Bizler yaşadığımız tecrübelerimizle yaşamımıza yön veren insanlarız. Bu yaşam
ömür dediğimiz merdivenin her basamağını geçmemizle oluşan, yükü ağır ve
tırmanışı zor olan yıllardır. Keşkelerin hesabını yaptığımızda, ödenen bedelin ağırlığı
hep yük olarak belleklerimizde yer alır.
Ben küçükken babam her gün sorardı bu soruyu: Biz ne için yaşıyoruz? Her zaman
olduğu gibi cevabı kendisi söylerdi. Şeref ve Namusumuz için. Sonra da kızar ve
söylenirdi: Ehliyet yok, liyakat yok ama düşmüş bi makam ve mevki peşine! Ne işine
yarar ki o makam o mevki! O makama oturmak için bilgi ve görgüye sahip olman
gerekir. O bilgi var mı sen de? Eğilmekten kamburun çıktı. Gücünü adaletten ve
halktan almayan makamların arkasına sığındıkça neye yarar senin o makamın!
Herkesin derdi çıkarı neyi emrediyorsa onun önünde şerefsizce eğilmek. Daha ne
kadar eğileceksin? Eğilmekten burnunu dizinle silmeye başladığını gör artık! Oysa
şerefi dışında kimsenin önünde boyun eğmeyeceğim diyen insanlar nerede? Sözüm
senettir diyen sözüne sadık kalan insanlara ne oldu? Şeref kişinin kendi düşünceleri
veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak; yaptıklarını veya
yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliğidir. Bu kişilik sende yoksa Şeref’ten söz
etmeye hakkın olmaz. Kişiliği gelişmemiş bir insanda şeref aranmaz, arasan da
bulunmaz. Şerefli bir yaşam elde etmek istiyorsanız önce yeri geldiğinde fedakarlık
etmesini bileceksiniz. Fedakarlık da öyle kolay bir şey değildir. Yeri geldiğinde, hele
de ülke söz konusu ise düşünmeden her şeyini feda etmeye hazır olmaktır.