"Ben çocukken ailem dar gelirliydi. Ama ben okulda çok başarılı bir öğrenciydim. Her gün, okuldan eve gelip bütün derslerimi gözden geçirirdim. Lise dönemimde, sınıfta notları en yüksek olan kişi, iftihar listesine yazılırdı. Ben de sınıf birincisi olarak ismimi oraya yazdırdım. Maalesef lise öğrenimimi bitirmeme 10 gün kala babam vefat etti. Ben ne yapacağımı şaşırmışken, bir aile dostumuz hukuk tahsili yapmam için bana öğütte bulundu. O zamanlar hukuk, önü çok açık görülen bir alandı. Ben de öğütlere uydum ve evraklarımı tamamlayıp hukuk fakültesine kaydoldum. Okul hayatımdaki başarılarım, üniversitede de devam etti. Öğrenciler arasında 'inek' diye tabir edilenlerdendim. Okulun yanı sıra mizah yazıları yazıyordum. Yazdığım yazıları Yusuf Ziya Ortaç'ın çıkarttığı Akbaba dergisine gönderdim. Yazılarımı kabul ettiler ve kendi imzamla orada mizah yazmamı istediler. Azar azar da olsa böylelikle para kazanmaya başladım. İlk yazım yayınlandığında da 8 tane Akbaba aldım. Eşe dosta dağıtıp 'Bakın yazım çıktı.' dedim."Günümüzde birkaç neslin kulaklarına kazınan sesiyle Halit Kıvanç anlatıyor tüm bunları... Kıvanç ile çocukluk yıllarından mesleğinin doruk noktasına, gerçekleştirdiği ilklerden birçok konuya kadar neredeyse koskoca bir tarihi konuşuyoruz...-Hukuk fakültesi mezunusunuz fakat medya sektöründe köklü bir geçmişiniz var. Alanınızı değiştirmeye nasıl karar verdiniz?Okul bittikten sonra Siirt'in ilçesi Kozluk'a hakim olarak tayinim çıktı. O zamanlar şimdiki gibi yollar yoktu. 13 saat katırın üzerinde yol giderek Kozluk'a vardım. Orada ne bir lokanta, ne bir dükkân vardı. Hiçbir şey yoktu. Şehirdeki 100 kişinin 80'i Kürtçe konuşuyordu. Bir süre orada çalıştım ve İstanbul'a atamam yapıldı. Hâkimlikten sonra avukatlığa başladım. İlk girdiğim davada hâkim kararı verdi ve ben hiç konuşamadım. İkinci davamda tekrar bir savunma hazırladım ama yine konuşamadım. Üçüncüde ise konuşmaya kararlıydım. Hâkim yine beni konuşturmadan kararı verdi. O davadan sonra baroya gittim ve 'Beni konuşturmayan mesleği yapamam' dedim. Böylelikle mesleği bıraktım. Sonra öğrencilik yıllarımda yazdığım mizah yazılarına kısa kısa skeçler de ekleyerek devam ettim. Bu skeçler radyoda yayınlanmaya başladı. Program yapımcılarının ön ayak olmasıyla birlikte yazdığım skeçleri kendim sunmaya başladım.- Yani yazdığınız skeçler sayesinde mesleğe adım attınız. Peki, spor spikerliği hikâyeniz nerede başladı?Evet, kalemim sayesinde bu meslekte önüm açıldı. O sıralarda çalıştığım radyoda, spora çok meraklı olduğumu, spor spikerliğine de başvuru yapmam konusunda ısrarcı oldular. Provalara gittim ve çok beğenildim. Bu şekilde spikerlik maceram başlamış oldu.-Daha sonra Dünya Kupası'nı katılan ilk Türk gazeteci siz oldunuz...1954 Dünya Kupası'ydı. Türkiye ilk defa Dünya Kupası'nda yer alıyordu. Ben de hem takımıma destek olmak hem de işimi yapmak için oradaydım. Ne yazık ki, ilk turda yenilip elendik. Ancak 1958 yılı Dünya Kupası'na gittiğimde her şey çok iyiydi. Televizyon yoktu ama radyodan maç yayınları yapılmaya başlanmıştı. Brezilya ve İtalyalı gazetecilerle birlikte kalıyordum. Çok büyük salonlarda basın toplantıları yapılıyordu.-Sanırım Pele'yle röportajınız da o döneme ait.Tabii. Beraber kaldığımız Brezilyalı gazeteci arkadaşım bana Pele'yi göstererek 'Halit bak, bu çocuk 17 yaşında. Köyden geldi. Herkes ona Pele diyor. Köyde zemini taş olan yerlerde top oynuyorlar. Ama bunlar top değil, teneke buldu mu futbol oynarlar. O teneke taşa vurdu mu 'pe le pe le' diye ses çıkarıyor. O yüzden ona Pele diyorlar. İlerde çok parlayacak, büyük futbolcu olacak.' dedi. Kimse onu tanımıyor, konuşmak istemiyordu. Tek başına bir köşeye çekilmiş oturuyordu. Orada Pele'yle röportaj yaptım. Tabii o zaman, Pele İngilizce falan bilmiyordu. Bir aracı vasıtası ile röportajı tamamladım. Tek bir fotoğraf bile çektirmedim. Sonra attığı goller ile yıldızı parladı. Onunla ilk röportaj yapan da ben oldum.-Dünya Kupası dolayısıyla başka kimlerle görüşme şansı yakaladınız?Bir keresinde, tüm dünya basını İspanya'da oynayan Macar futbolcu Ferenc Puskas'ı arıyordu. O sene Dünya Kupası maçları İngiltere'deydi. Gazeteci arkadaşlarımla beraber gittiğimiz bir mekânda, tuvalete gitmek için arkadaşlarımın yanından ayrıldım. Tuvalette pisuara doğru yöneldim. Tesadüf ki, kafamı yan tarafa çevirdiğimde, yan pisuarda Puskas'ın olduğunu fark ettim. Tuvaletimi yapmayı bırakıp hemen Puskas'la konuşmaya başladım. Konuşma sırasında adam yakalanma korkusuyla sohbeti bitirip gitmeye çalışıyordu. Kısa bir konuşmadan sonra, arkamı dönmeye kalmadan yanımdan fırlayıp kaçtı. Onunla da fotoğraf çektiremedim. Sonra benim için gazeteci arkadaşlarım 'Halit kadar şanslı bir adam daha görmedik. Adam tuvalete gitse Puskas'la karşılaşıyor.' diye takılmaya başladılar. Ama meslek hayatım boyunca yaptığım en büyük röportajdı...-Peki ya Eskişehirspor?Eskişehirspor benim için bir başka değere sahiptir. Anadolu yıldızıdır bu takım. Rüzgar gibi esen golleri ile fırtınalar yaratırdı zamanında Eskişehirsporlu futbolcular. Şimdilerde pek takip edemiyorum gerçi. Ama önceki tutkunun kalmadığını söyleyebilirim. Yeni nesil futbolcular kötü oyuncu demiyorum. Yalnızca futbol kalitesizleşti. Kariyerim boyunca unutulmaz maçlar yaşadım bu takımla ben. Nasıl kötüleyebilirim ki?‘Kıvanç’ dolu bir asır-Bir sene boyunca BBC'de çalışıp bıraktınız. Mesleğinize orada devam etmeyi düşünmediniz mi?Açıkçası hayır. Dediğiniz gibi BBC'ye davet edildim ve bir seneye yakın da orada çalıştım. İngilizcem pek iyi değildi ama yaptığım iş gereği Türkçemin daha iyi olması gerekiyordu o dönem. Maurice Chevalier, Vittorio Gassman, Audrey Hepburn gibi çok büyük starlarla röportajlar yaptım. Bir senenin sonunda BBC'den 5 sene daha kalmam için teklif geldi. Televizyon sektörünün Türkiye'de yeni başladığı o dönemde, BBC'de çalışarak çok şey öğrendiğimi, fakat ülkeme dönerek kendi ülkem için çalışmam gerektiğini, televizyonda ki ilklerden olmak istediğimi söyledim. Tekliflerini böylelikle reddetmiş oldum. Ancak her Londra'ya gittiğimde hatır programı yapmak üzere söz verdim ve 2 kere de gidip program yaptım.Dünden bugüne ilklerin adamı olmak- İlk bilgi yarışması size ait. Bugün de birçok televizyon kanalında, farklı konseptlerde bilgi yarışması programları yapılıyor. Sizce hala ilk günkü kalitesini ve başarısını koruyor mu?Yarışma programını yaptığım dönemde işin kalitesi benim için çok önemliydi. Çünkü çocukluğumdan beri hep prensipleri olan bir adamımdır. Güvenmediğim bir işe asla kalkışmam. Bilgi yarışmasını yaptığım dönemde ünlü kişilerin içinden birçoğu, rezil olma korkusuyla katılmak istemiyordu. Bu programların her şeyden önce öğretici bir niteliği olması gerekiyor. Fakat günümüz programlarının faydalı bir tarafını göremiyorum. Kelimenin bir harfini soruyorlar, program yaptık diyorlar. Bu şekilde zırvalarla övünmenin bir anlamı yok. Önemli olan, izler kitleye birkaç bilgi öğretebilmek olmalı. Benim bilgi yarışması sunduğum dönemlerde, programı izleyip öğrendiği bilgi sayesinde banka müdürlüğüne terfi eden kişiler tanıyorum.- İlklerin adamı olarak biliniyorsunuz...Evet, ama televizyon ilk başladığı dönemde bu işi yaptığım için bu şekilde biliniyorum. En azından ben, durumu böyle değerlendiriyorum. Dünya kupalarında sunuculuk yapmam, radyoda maç spikerliğinde ilk ortak yayını yapmam, yurtdışında çeşitli yerlerde çalışmam, televizyon programlarım... Sonuçta medya sektörünün gelişim sürecinde aktif olarak çalışıyordum. Yine de bu tabir hoşuma gitmiyor değil.“BEN ESKİŞEHİR'İ DE, ESKİŞEHİRLİLERİ DE ÇOK SEVERİM”-Eskişehirspor'a dair aklınızda kalan bir anınızı anlatabililr misiniz?Tabii ki... 1968-1969 Sezonu, 1. Lig 27. Hafta maçı için Eskişehir'de görevliydim. Eskişehirspor-Gençlerbirliği maçında... İki kırmızı-siyahlı takım zorlu bir mücadeleye girmişlerdi. Aslında maç, Eskişehirspor açısından daha önemliydi. Çünkü Es Es'ler puan cetvelinin başında yer tutmuşlardı. Eskişehirspor taraftarı coşmuş, 'Anadolu Yıldızı' diye takımlarını destekliyordu. Fakat tribünlerdeki hareket sahada yoktu. Kırmızı şimşekler çakamıyordu. Gerçekten golü atan da Ankaralı'lar oldu. Çok seyircinin elinde portatif radyo vardı. Merakla benim yapacağım yayını bekliyorlardı. Bu, böyledir çoğunlukla... Stadtaki seyirciler, portatif radyolarıyla hem heyecanlarını katmerleştirir, hem de bir anlamda spikeri kontrol ederler. tabi asıl amaç, başka stadtaki maçların kaç kaç olduğunu öğrenmektir ama...O gün de ortak yayın vardı. Fenerbahçe'nin Şekerspor'la, Beşiktaş'ın Ankara Demirspor'la maçları naklediliyordu. sıra benim görevli olduğum karşılaşmaya gelmiyordu bir türlü... Nedeni, bir teknik aksaklığın giderilmesine çalışıyorlardı. Sonunda arızanın giderildiği haberi geldi. Sonra merkezdeki arkadaşın sözlerini duydum: 'Şimdi mikrofonlarımız Eskişehir'de, Eskişehirspor-Gençlerbirliği maçında...' başladım konuşmaya: 'Sayın dinleyiciler, Eskişehir'deki maçta lider Eskişehirspor, yediği golle Gençlerbirliği karşısında 1-0 yenik oynuyor...' dememe kalmadı, baktım; Nuri ortalıyor, gol tehlikesi var... Cümlemi yarıda kestim: 'karşısında yenik, Nuri ortalıyor. Gol tehlikesi, Fethi'de, Vuruyor Fethi... ve gol... Evet gol... Maç 1-1 oldu şimdi. Santra yapılıyor. Santrayla beraber yine Eskişehirsporlu'lar atakta... Yine Fethi'de... ve gol, evet gol... Fethi ikinci golü de ağlara gönderdi. Eskişehirspor: 2 - Gençlerbirliği: 1... Fethi iki dakikada iki golle takımını 1-0 yenilgiden 2-1 galibiyete çıkardı...' ve az sonra da maç bitti. Es Es'ler 2-1 galipti.-Ya sonra?Eskişehir'de spiker kabini eskiden kapalı tribünlerin tepesinde bir yerdeydi. Oraya dik bir merdivenle çıkar, öyle anlatırdık maçları... Adeta cambazlık ederek çıkar inerdik. Maçtan sonra baktım, aşağıda yüzlerce Eskişehirsporlu tempo tutarak beni alkışlıyorlar: 'Radyo yayını uğur getirdi' diyorlar da başka şey demiyorlar. Bizim hatlardaki arıza nedeniyle yayın bir türlü başlayamamıştı ya... O anlarda da Eskişehirspor 1-0 yenik oynuyordu. Radyoda naklen yayının başlamasıyla birlikte Eskişehirspor üst üste iki gol atınca, bizim şans getirdiğimize inanmışlar. Merdivenden indiğimde omuza almak istediler, 'Sağolun' dedim. Ya o 2 dakikada 2 gol olmasaydı!..-Şehir olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?Yıllardır modern çizgisinden ödün vermeyen, çağdaş ve bir o kadarda yaşanılası şehir. Bir de Başkan Ahmet Ataç'ın yaptırdığı Altın Ayaklar ile Eskişehir'e olan tutkum biraz daha arttı. En son açılış için gelmiştim oraya. Yaşadığım mutluluğu anlatmam imkansız, sevgiler tarifsiz. Gerçekten ben Eskişehir'i de, Eskişehirli'leri de çok severim. Hep var olsunlar...
Editör: ÜSTÜNER ÜNÜGÜR