Genelde habersiz gelirsin, olmadık zamanda ya da olmadık yerde! Bana da abersiz
geleceksin bir gün, biliyorum. Kapımı çalmadan, ‘kim o’ dememe bile fırsat
vermeden evin sahibiymiş gibi gireceksin içeri! Evin işlerini yaparken, çocuklarımın
yemeğini yaptığımı gördüğün halde, gözümde ki yaşıma bakmadan geleceksin. Ya da
köşede sessizce gazetesini okumakta olan yaşlı babama ‘hadi gidelim’ diyeceksin.
Geride yalnız bıraktığın annemin bitmeyen gözyaşlarıyla bizleri yapayalnız
bırakacaksın!
Haber vermeden içimin en ücra köşesine kadar gireceksin. Dünya halen içimdeyken,
heveslerim varken, hiç bir işim bitmemişken geleceksin. Seninle gitmek için
hazırlığım yokken, geleceğe bağlı umutlarım çokken, evlenip çocuklarımla sıcak bi
yuva kurmayı hayal ederken geleceksin…“Ne olur biraz bekle”, “şimdi olmaz daha
yapacağım işler var” dememe fırsat vermeden, ya bi bıçak, ya bi kılıç, ya bi kurşun
ya da bi bombanın parçası olarak gireceksin içime! Ey ölüm.
Yalnız benim için gelseydin sana ses çıkarmaz kabullenirdim ama benimle birlikte hiç
bi şeyden habersiz o çoçukları almana dayanamadım diyerek haddimi aştım
biliyorum. Onlarında yaşayacakları iyi yada çirkin de olsa umut dolu hayatları vardı.
Sevip, sevilecek ömürleri, hayalleri vardı be ölüm.
Şimdi sırası mı diyeceğim ama senin de görevin bu! Bu savaşı çıkaranlar olmasaydı
ben de gelmezdim diyeceksin. Sen de haklısın. Onun için lanet olsun bu savaştan
çıkar elde etmeyi düşünenlere. Lanet olsun sattığınız, satacağınız o silahlara. Lanet
olsun bu dünyanın düzenini bozanlara. Bebeklerin, o bebeklerin abi ve ablalarının,
annelerin, babalarının kanlarıyla beslenenlere, bu savaşı çıkaranlara: Lanet olsun.