Tek Tanrılı dinlerin egemen olduğu toplumların içine doğanların çoğunluğu, aldıkları kültür gereği bir yaratana inanmak zorundadırlar. Ayrıca bu yaratan belirli kuralları olan, bağışlayıcı, cezalandırıcı ve ödüllendirici bir “antropomorfik” Tanrı, bir baba figürü olarak zihinlere oturur. Daha ötesi mademki yaratıldım bunun bir amacı olmalı düşüncesine doğru evrilir. Gittikçe yer yüzünde tüm olup bitenlerin insanlar için olduğu fikri kabullenilir. Çarpık insan merkezli dünya görüşü böyle kurulur. Tavuk niye var sorusu insanlara yumurta versin, etiyle beslesin diye yanıtlanır. Bu silsile, zihnin nedensellikten teleolojiye (erekselliğe), teleolojiden de teolojiye yönelmesiyle sonuçlanır. Bu nedensellik yani her şeyin bir nedeni olması gerektiğine dair düşünce bizim zihin yapımıza da çok uygundur. Düşünsenize beynimizdeki milyarlarca nöron belirli bir nedensellik ve düzen içinde birbirleriyle bağlantılar kurup bizi oluşturuyor. Oysa doğada bir düzen olmadığı kuantum fiziğinin atom altı çalışmaları sayesinde kanıtlandı…
Aslında felsefe tarihinde filozofların çoğu bu nedensellik ilkesine göre düşünce üretmişlerdi. İnsanlık hayata bir anlam katabilmek için uygarlık tarihi boyunca çabalarını hep diri tutmuştur. Örneğin Doğa Filozofları su, hava, ateş ve topraktan oluşan dört elementten sorumlu tuttular olup biteni. Platon idealardan, Aristoteles ilk hareket ettiriciden söz etti. Anaksagoras evrenin oluşumunda aklı (nous) sorumlu tuttu. Ortaçağ filozoflarının hemen hemen tümü bir yaratana dayalı nedensellik ilkesine sahip çıktılar. Bir anomali olarak din dışına taşıp nedensellik ilkesine sıkı sıkıya bağlanarak ve bunu sadece doğaya indirgeyip yapan Spinoza’ya ayrı bir parantez açmak lazım. Bütün filozofların düşüncelerini ve varlık anlayışlarını buraya dökecek değiliz elbette, bu büyük bir araştırma ister ve çapımızı çok aşar. İnsanlığın düşüncesi bilimin ışığında deneyimlerine, birikimine bağlı olarak yıllar içinde değişebiliyor. Oscar Wilde, “tehlikeli olmayan bir düşünce, düşünce diye anılmaya bile değmez” diyor. Bütün bu uygarlığı yaratan ise sonuçta düşünce değil mi? Düşüncenin üstesinden gelemeyen, düşünenin üstesinden gelmeye çalışıyor. Ona da uygarlığın düşmanı diyoruz…