Laik kelimesi, Yunanca “laikos” sıfatından gelir. Bu sıfat Fransızca’ya “laique,” Türkçe’ye Fransızca’dan “laik” olarak geçmiştir. Fransızca’da laiklik için laïcité (laicisme) terimleri kullanılır. Aynı terimin İngilizce karşılığı “secularity” olup, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması anlamına gelir.

Eski Yunanda laikoslar; ruhban, toprak zengini ve de tüccar sınıfı dışında kalan, yurttaş haklarına sahip olmayan sıradan halk kitleleriydi. Kadınlar, çocuklar, ırgatlar ve kölelerden oluşuyordu. Fransa’da monarşiyi yıkan devrimciler, kendi laikoslarına diğer bir deyişle “baldırı çıplak” (sans culotte) denilen sıradan halk kitlelerine “eşit yurttaşlık” getirerek ruhban sınıfının ayrıcalığına son vermiştir.

Bunun üzerine ruhban sınıfı devrimcileri “dinsiz” olarak tanımlayıp aforoz etmiştir. Laiklik Fransızca’dan Türkçe’ye aktarılırken tıpkı Fransa’da olduğu gibi dinsizlik olarak algılanmış ve “laiklik dinsizliktir” anlamında kullanılmıştır.

Fransa’da laikosların çoğunluğu kadındı. Eşit vatandaşlık sağlayan laiklikten en çok faydalanan sınıf kadınlar olmuştur. Laikliğin kadınları erkeklerle eşit hale getirmesi ruhban sınıfını rahatsız etmiştir. Çünkü, kadınların toplum içindeki varlığı ne kadar artarsa, ruhbanlar o kadar güç kaybediyordu. Sadece erkeklere hakim olan ruhban sınıfı toplumun diğer yarısına egemen olamıyordu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde “laiklik” ve “kadın” vardır. Hamileyken sokağa çıkmasın, kahkaha atmasın, kızlı-erkekli oturmasın, kızlı erkekli folklor oynamasın diyenler (folklor gibi işler şeytan için iyi bir zemindir. Velilik gücünüzü kullanın ve bunu engelleyin) laikliğe karşı çıkanlardır.

Türk Dil Kurumu’na göre laiklik, din işlerini devlet işlerine karıştırmamak, devlet işlerini dinden ayrı tutmaktır. Laiklikte insanlar dindar olmaya ya da belli bir dini ve mezhebi benimsemeye zorlanamazlar.

Laiklik ilkesi aklı ve bilimi işaret eder. Laiklik; kişilerin din, ibadet ve vicdan özgürlüğünün sağlanması, devlet düzeninin ve hukuk kurallarının, dine değil akla ve bilime dayandırılmasıdır. Anayasamızın laiklik ilkesi ile devlet, vatandaşlarının ibadet etme özgürlüğünü güvence altına almıştır.

İslam’daki “dinde zorlama yoktur” inancı, laiklik ilkesinde en güzel şekilde yansıtılmaktadır.

Geçen hafta TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın "laiklik yeni anayasada olmamalı" sözlerinin ardından büyük bir tartışma çıkmış, Türkiye’de gündem değişmiştir. Paris’te OECD Büyükelçiliğimizde birlikte görev yaptığımız AB Bakanı Volkan Bozkır “AB üyeliği bizim stratejik hedefimiz ve medeniyet projesidir” derken, Sayın Kahraman’ın "laiklik yeni anayasada olmamalı" çıkışı, birbiri ile çelişmektedir.

Çünkü, 57 yıldır üye olmak istediğimiz AB ülkelerinin tamamının anayasal düzenleri laik temele dayanır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın, “Yeni anayasada laiklik olmasın” sözlerine ilişkin olarak “AK Parti’yi kurarken laiklikle ilgili düşüncemizi programa koymuştuk. İsmail Bey de parti mensubu olarak o programı kabul etmiştir. Ancak, anayasa çalışmaları gündemde iken şahsi görüşünü ortaya koymuştur. Laikliği ladinilik, din karşıtlığı gibi sunar ve uygularsanız elbette itirazlarla karşılaşırsınız” demiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası açık ve nettir. Anayasamızın en önemli özelliği, ilk 4 maddesinin asla değiştirilemeyeceği, hatta değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğidir.

Bu gerçekten hareket eden Cumhurbaşkanı Erdoğan “Yeni anayasada İslami vurgu olmalı” görüşleri için de “Bunlar boş şeyler. Ben bir Müslüman olarak inancımı yaşayabiliyorsam mesele bitmiştir” yorumunu yapmış ve şunları söylemiştir: “Laiklikle ilgili düşüncemizin ne olduğu, kurucusu olduğum AK Parti’nin programında kayıtlı… Laiklik, devletin, tüm inançlara, ateistler dahil tüm gruplara eşit mesafede olması; tüm inanç gruplarının devletin güvencesi altında olmasıdır.”


Cumhurbaşkanı AKP içinde, “Nüfusumuzun yüzde 99’u Müslüman, dolayısıyla anayasada laikliğe dokunmadan, İslam’a biraz daha vurgu yapalım” görüşünü savunanlar olduğu söyleniyor sorusunu şöyle cevaplandırmıştır: “Anayasada bu ülkedeki tüm dini grupların inançları güvence altına alınıyorsa, devletin tüm inanç gruplarına eşit mesafede olması esas alınıyorsa, özellikle İslam’a vurgu yapmaya ne diye ihtiyaç olsun? Ben bir Müslüman olarak inancımı istediğim gibi yaşayabiliyorsam mesele bitmiştir. Hıristiyan Hıristiyanlığını yaşayabiliyorsa, Musevi Museviliğini yaşayabiliyorsa, ateist ateistliğini yaşayabiliyorsa onun için de bitmiştir.”

Başbakan Ahmet Davutoğlu'ndan da laiklik açıklaması gelmiştir: "Hazırladığımız yeni anayasada da laiklik ilkesi, devletin tüm inanç mesafelerine eşit mesafede, otoriter değil, özgürlükçü bir laiklik olarak yer alacaktır. AK Parti farklı bir arayış içinde değildir."

Liberal Demokrat Parti’nden İlginç Öneri

Liberal Demokrat Parti (LDP), Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a bir çağrıda bulunarak, üniversite hocalarını ve arkadaşlarını Saray'a yemeğe davet etmesini önermiştir.

LDP’den yapılan yazılı açıklamada; "Çocuklardan, şehit ailelerine, muhtarlardan, kaymakamlara, sporculardan diplomatlara kadar toplumun farklı kesimlerini ağırlayan Cumhurbaşkanının, bugün bulunduğu makamı borçlu olduğu üniversite hocalarını ve arkadaşlarını Saray'da vereceği basına da açık olacak bir yemekte ağırlamasının, üniversite günlerini birlikte yad etmelerinin güzel bir girişim olacağına inanıyoruz. Bu toplantının Cumhurbaşkanının gençliğinin en güzel yılları olan üniversite yıllarını ve anılarını merak eden toplumumuzca da ilgi ile izleneceğine inanıyoruz" denilmiştir.

Bence güzel bir fikir.

Çünkü okul arkadaşlarının ve hocalarla birlikte buluşması kamuoyu için hoş bir sürpriz olur. Sayın Cumhurbaşkanının okuduğu yıllarda ben İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nin Aksaray’daki Meslek Yüksek Okulunda 1979, 1980 ve 1981 yılarında rahmetli Ziraat Bankası eski Yönetim Kurulu üyesi olan ve Eskişehir İTİA mezunu arkadaşım ve meslektaşım Prof. Dr. İlhan Uludağ ile birlikte ders verdim.

Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği 10 Ağustos 2014 gününün öncesinde, 2014 yılı Nisan ayında MHP Kayseri Milletvekili ve Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu “Cumhurbaşkanı olmak için 4 yıllık fakülte mezunu olmak gerekir, Sultanahmet’teki İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 3 yıllıktı. Onun mezun olduğu zaman 3 yıllıktı” açıklamasında bulunmuştur.

Bunun üzerine Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zafer Gül şu açıklamayı yapmıştır: “Sayın Başbakanımız, T.C. İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Ticari Bilimler Fakültesi’nden 1980-1981 öğretim yılı Şubat döneminde mezun olmuştur. Kendisine, isteği üzerine 3 Nisan 1981 tarihinde geçici mezuniyet belgesi verilmiştir. Marmara Üniversitesi kurulmadan önce, Sultanahmet’teki İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne bağlı olarak Aksaray’da 4 yıllık İktisadi ve Ticari Bilimler Yüksekokulu vardı. Daha sonra bu yüksekokul Ticari Bilimler Fakültesi oldu. 1983 yılında Marmara Üniversitesi, mevcut olan İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi ile bağlı fakülte ve yüksek okullar bünyesi üzerine kuruldu. Kurucu rektörümüz de sayın Prof. Dr. Orhan Oğuz’dur.”

Temmuz 1982’de çıkarılan 41 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ve 28 Mart 1983 tarihinde yürürlüğe giren 2809 sayılı Yasa ile Akademinin tüm fakülteleri birleştirilip yeni kurulan Marmara Üniversitesi bünyesine “Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi” adıyla katılmıştır. Böylece fakülte statüsü kazanan bu okulların eğitim süresi dört yıl olmuştur.

Yasa ile Galatasaray İktisat ve İşletmecilik Yüksek Okulu, İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nin İşletme Fakültesi ile birleştirilmiş, Aksaray Yüksek Ticaret Okulu ve Beyazıt Maliye Muhasebe Yüksek Okulu ise Ticari Bilimler Fakültesi’ne dönüştürülerek sayısı dörde çıkan fakülteler birleştirilip Marmara Üniversitesi’ne bağlı tek bir fakülte haline gelmiştir.

Bu kapsamda bir hatırlatma. Sultanahmet’teki Rektörlük binası çıkan bir yangınla tamamen yanmış, kül olmuştur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem AKP sitesindeki “kurucular” bölümündeki biyografisinde, hem de Cumhurbaşkanlığı resmi sayfasındaki biyografisinde Marmara Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’nden 1981 yılında mezun olduğu yazılmıştır.

O dönemde Dekan olan Doç. Dr. Sinan Artan ve Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Besim Akın benim yakın arkadaşlarımdı. Sinan Artan ile Anadolu Üniversitesi’nden yakınlığımız vardı. Besim Akın ise Erzurum Üniversitesi’nden gelmişti.

1978-1982 döneminde Türkiye’de Akademi, Üniversite, Yüksek Okul çekişmesi vardı. Üniversite hocaları Akademilerde ders vermiyorlardı. Eskişehir İTİA’de Akademi Başkanı olan Prof. Dr. Orhan Oğuz Hoca’nın yardımcısı olan kayınpederim Prof. Dr. Halil Dirimtekin’in tavsiyesi üzerine hocam Orhan Oğuz’un hatırını kırmayarak 3 yıl İstanbul’da Akademi ve Yüksek Okullarında 3. sınıflara “Uluslararası İktisat” dersi verdim.

Aksaray’daki 4 yıllık İktisadi ve Ticari Bilimler Yüksekokulu da ders verdiğim yüksek okul idi. Sayın Cumhurbaşkanı 1981 yılında mezun olduğuna göre, ben de 3. sınıflara uluslararası iktisat dersi verdiğim için (1980 yılı) kalabalık öğrenci grubu içinde kendisini hatırlamasam da “fiilen” Cumhurbaşkanının hocası sayılırım. Tıpkı CHP Milletvekili Prof. Dr. Aydın Ayaydın gibi.

Liberal Demokrat Parti’nin teklifini bu açıdan destekliyorum. Sayın Cumhurbaşkanının “hocalarını” ve “sınıf arkadaşlarını” Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne davet etmesi, bence güzel bir öneri olup, bir kadirşinaslıktır.