Önceki yazımızda havacı subayların ABD’den getirdikleri Anastra adlı iskambil oyununun Eskişehir’de nasıl kısa sürede patlama yaparak tüm kahvelerde oynanmaya başladığından söz etmiştim.
Oyun, şehrimizin erkek nüfusu arasında, abartmak gibi olmasın, birden bire bütün gündemlerin önüne geçmiş, kahvehanelere yeni adım atmış gençlerden o güne kadar emekliliklerini yalnızca pişpirik oynayarak geçirenlere kadar herkesi sarmıştı.
Öyle ki, o güne kadar gündüz saatlerinde neredeyse sinek avlayan kahveler dolmaya başlamış, yalnızca oyuncular değil, çevrelerine birer sandalye atıp onları heyecanla izleyen seyirciler de “kahvehanecilik ve kıraathanecilik sektörünün” –bugün sık kullanılan deyişle- piyasa değerini yükseltmişlerdi.
Örneğin, elinde üç- beş kuruş sermayesi olup bunu değerlendirmek için bakkal ya da manav açmayı planlayan biri, “acaba kahve mi açsam?” diye düşünür olmuştu!
Oyunlar, başlangıçta, o zaman “kesme” adı verilen iki bisküit arası lokum sandviçine oynanırdı. Kesmeleri kahve sahibi getirir, böylece çay- kahve parasının yanı sıra onlardan da para kazanırdı.
Ancak, zamanla eşrafın devam ettiği “zengin” kahvelerde “kesme”den gelen kazanç mekan sahiplerini kesmemeye başladı. Onlar da anastra’yı “çikolatasına” oynatmaya başladılar.
Kısacası, liselilerin okuldan kaçmasından tutun da bir kısım esnaf’ın birkaç saatliğine dükkan kapatmasına, işten çıkanların gece yarılarına kadar kahvelerde zaman geçirmesine yol açan bu “dış kökenli” oyun, erkekler arasında adeta bir “saadet zinciri” yaratmıştı. İnanılmaz keyif veriyordu!
Ancak, bu toplumun da her toplum gibi bir “öteki yarısı” vardı.
Kadınlar.
Kadınlar kocalarını evden uzaklaştıran, oğullarının okullardan kırmasına yol açan bu yeni akımdan doğal olarak hoşnut değillerdi. Şehrin kadın toplumu içten içe kaynamaya başlamıştı.
Önce erkeklerin dünyasını esir alan Anastra, kadınlar arasında da gündemin üst sıralarına yükselmişti!
Kapı önü muhabbetlerinde, kabul günlerinde, her hangi bir vesileyle her bir araya gelişlerinde bu işe bir çare arıyorlardı. O zaman bugünkü gibi “feminist” kadın örgütleri, haklarını savunacak sivil toplum kuruluşları falan da yoktu.
Başlarının çaresine bakmak zorundaydılar.
Sonunda bir araya gelip “sivil örgütlenme” oluşturan bir grup kadın, kendilerince bir “çözüm yolu” buldular!
Vali’ye gidecekler ve kahvelerde anastra oynanmasının yasaklanmasını isteyeceklerdi.
* * *
Sakarya gazetesinde, 1967’de bir gün bir haber yayınlandı. Haber, Sakarya’nın “çiçeği burnunda” muhabiri Hüsnü Arslan’ın imzasını taşıyordu:
“ESKİŞEHİR’Lİ KADINLAR ANASTRA’NIN YASAKLANMASINI İSTEDİ” başlığıyla verilen haber şöyleydi:
“Anastra adı verilen İskambil oyununun “kocalar” tarafından gece- gündüz oynanması ve evlerine gitmemeleri, karılarının şikayetine mucip olmuştur. Eskişehir valiliğine dün bir dilekçeyle başvuran bir grup kadın, durumun sosyal bir yara halini almakta olduğuna işaretle, anastra’nın yasaklanmasını istemiştir.”
Dönemin valisi Mustafa Karaer’in kadınların bu dilekçesine yanıt verip vermediğini bilmiyoruz. Lakin, anastra’nın daha sonra uzun yıllar oynanmaya devam etmesine bakılırsa, kadınlar olumlu bir yanıt alamamışlardı.