Elazığ, Tarihi Harput şehrinin yerleşime elverişsiz olması ve tabiat şartlarının zorluğu nedeniyle, 1834 yılında Reşid Mehmet Paşa tarafından bugünkü yerinde kurulmuştur. Elazığ'ın tarihi, bölgenin tarihine uzanmakla birlikte, özellikle Harput'un tarihini incelemek gerekmektedir.

Elazığ: Detaylı tarih

Harput Kalesi'nin (İç kale) milattan önce II. bin yılında yapıldığı tahmin edilmektedir. Kale etrafında yerleşim başlamış ve şehir daha sonra çevresi surlarla çevrilen parlak bir tarihi geçmişe sahip olmuştur. Ancak günümüzde Harput, neredeyse terk edilmiş bir şehir görünümündedir. Harput adının kaynağı tartışmalıdır; Sophene bölgesindeki Karkathiokerta'nın Harput olduğu ve isminin buna dayandığı ileri sürülmüştür. İranlılar tarafından ele geçirildiğinde buradan Ziata Castellum şeklinde bahsedildiği bilinmektedir. Çivi yazılı Asur tabletlerinde rastlanan Karpata'nın burayı işaret ettiği düşünülmüştür.

Harput ve yöresi, Anadolu'nun en eski yerleşim birimlerinden biridir ve tarih öncesi dönemlere kadar uzanır. Fırat Nehri'nin çizdiği yay içinde, sulak ve verimli bir ovada bulunması, doğal kaya sığınakları, kara ve su hayvanlarının bolluğu nedeniyle Paleolotik Dönemden beri bir yerleşim alanıdır (M.Ö. 10.000). Elazığ'ın tarihini anlamak için Harput'un zengin geçmişini incelemek önemlidir.

Yörede yapılan arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarında Paleolitik dönemle ilgili olarak şu yerlerde çeşitli kazıyıcılar ve aletler tespit edilmiştir: Keban ilçesi yakınındaki Enerli, Acuzlu Köyü Karapınar Mevkii, Ağın yöresinde Pağnik (Kaşpınar), Çıldırın Höyükleri, ve Yeniyapan (Hastek) Köyü yakınında Gedikler Mevkii (Küllününü). Bu kazılarda taştan ve obsidyen (doğal cam) malzemelerden yapılmış çeşitli araçlar ele geçmiştir. Ayrıca, Paleolitik Çağı izleyen kültürlerle ilgili birçok bilgi de elde edilmiştir.

Neolitik dönem kalıntılarına ise Altınova bölgesinde Tepecikte ve Kovancılar ilçesi yakınlarındaki Çınaz Höyük gibi tarihi yerleşim alanlarında rastlanmıştır. Aynı şekilde, Körtepe, Korucutepe, Tepecik, Tülintepe, Norşuntepe gibi yerleşim alanlarında Kalkolitik döneme ait izlere ulaşılmıştır.

M.Ö. 3.000 yılına tarihlenen ilk Tunç Çağı dönemi ile ilgili olarak, Altınova bölgesinde Norşuntepe, Tepecik ve Korucutepe höyüklerinde kültür katları ortaya çıkartılmıştır. İlk Tunç Çağı'nın karakteristik seramiği olan "Karaz" adlı seramik, Hurriler'in bu bölgede yerleşmiş olabileceğini düşündürmektedir.

M.Ö. 1700-1500 tarihleri arasına tarihlenen Asur Ticaret Kolonileri Dönemi ile ilgili buluntular ise Baskil yöresinde İmikuşağı kazı merkezinde bulunmuştur. Yöredeki yazılı tarihe gelince, Hitit tabletlerindeki bilgiler, M.Ö. 2000'lerde bölgenin "İşuva" olarak adlandırıldığını ortaya koymaktadır. İşuva, M.Ö. 1375-1335 I. Şuppiluliuma döneminde Hitit egemenliği altına girmiştir.

Tapu sahiplerine önemli uyarı! Tapu sahiplerine önemli uyarı!

M.Ö. 12-7 yüzyıllar arasında Urartu Devleti, kökenleri Hurrilere dayanan bir devlet, yöreye hakim olmuştur. Bu döneme ait kalıntılar, Harput Kalesi, Altınova'daki Norşuntepe, Palu Kalesi, Karakoçan (Bağın), ve İzoli (Kuşsarayı) gibi yerlerde bulunmuştur. M.Ö. 7. yüzyılda Asur ve İskit akınları sonrasında Urartu devleti zayıflamış, bölge Med egemenliği altına girmiştir. Ancak, bu hakimiyet uzun sürmemiş ve M.Ö. 6. yüzyılın sonunda Medler, Pers hakimiyeti altına girmiştir.

M.Ö. 334'te Pers İmparatorluğunun tarihe karışmasıyla yöre Hellenistik dönemi yaşamıştır. Bu dönemde Harput, Sofen Krallığı olarak adlandırılmıştır. M.Ö. 66 yılına kadar bölge Romalıların kontrolünde kalmış, M.Ö. 53 yılında Partlar gelmiş ancak 272-309 yıllarına kadar Roma hakimiyeti devam etmiştir.

395 yılında Büyük Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesinden sonra Elazığ yöresi, Sasani ve Bizans mücadelelerine sahne olmuştur. 562 yılında yapılan barışla Fırat Irmağı sınır kabul edilmiş, Fırat'ın batısı Bizans, doğusu ise Harput ve çevresi Sasani İmparatorluğu'nun egemenliğinde kalmıştır. Bizans'ın Ziata Castellum, Arapların ise Hısn-ı Ziyad olarak adlandırdığı Harput, 6. yüzyıla kadar sık sık el değiştirmiş, ancak çoğunlukla Bizans egemenliğinde kalmıştır.

Hazreti Ömer döneminde (634-644), İslam ordularının önderliğindeki Arap akınları yöreye başlamıştır. 7. yüzyılın ortalarından itibaren ise bu kez Bizans ile Araplar arasındaki savaşlara sahne olmuştur. Araplar, bölgeyi askeri üsler kurarak Erzurum'dan Malatya'ya uzanan bir hat boyunca ele geçirmiş ve Harput bu üslerden biri olmuştur. İslam orduları, bu üslerden Bizans üzerine akınlar düzenlemiştir. Ankuzu Baba gibi mücahitlerin türbeleri bu dönemin izlerini taşımaktadır.

Harput, 10. yüzyılda tekrar Bizanslıların hakimiyetine geçmiş, ancak Bizans'ın İslam dünyasına yönelik seferleri sırasında sıkça hedef alınmıştır. Bu dönemde Bizanslılar, Harput'u ele geçirerek burada bir vilayet teşkilatı kurmuş ve kaleleri tahkim etmiştir. Harput'ta Bizans hakimiyeti, aşağı yukarı 11. yüzyılın sonuna kadar sürmüştür.

Harput'un Türklerin eline geçişi, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun Anadolu'ya yönelmesiyle gerçekleşmiştir. Malazgirt Meydan Muharebesi (1071) bu sürecin en önemli olaylarından biridir. Malazgirt zaferinden sonra Harput, Büyük Selçuklu Devleti'ne bağlı olarak Çubukoğulları Beyliği'nin idaresine girmiştir (1085). Harput, Türklerle birlikte büyüyen bir şehir haline gelmiştir.

Çubukoğulları Beyliği'nin ömrü uzun sürmemiş, 1110 yılında Artuklu Beyi Belek B. Behram, Harput'u ele geçirerek Artukoğulları dönemini başlatmıştır. Belek Gazi, Haçlı seferlerine karşı mücadele vermiş ve 1124 yılında öldükten sonra Harput, Hısnıkeyfa Artukluları adıyla bağımsız bir beylik haline gelmiştir. Daha sonra gelen Artuklu hükümdarları, Eyyubilere tabi olmuşlardır, ve bu süreç 1234 yılına kadar devam etmiştir.

1234 yılında Moğolların baskısı sonucunda Harput, Türkiye Selçuklu Devleti'nin hakimiyetine girmiştir. Türkiye Selçukluları döneminde Harput, bir subaşı tarafından idare edilmiş, ancak bu dönemde pek fazla önemli eser bırakılmamıştır. Kösedağ savaşından sonra İlhanlılar tarafından ele geçirilen Harput, 14. yüzyıl ortalarında Dulkadiroğulları ile Eratnalılar arasında mücadele konusu olmuştur. 1366 yılında Dulkadirli Halil Bey tarafından fethedilen şehir, 1465 yılında Akkoyunlu Uzun Hasan tarafından ele geçirilmiş ve kırk yıl boyunca Akkoyunlu yönetiminde kalmıştır. Sare (Saray) Hatun Camii bu dönemden günümüze ulaşan önemli eserlerden biridir.

1507 yılında Safevilerin eline geçen Harput, 1515 yılında Çaldıran Zaferi'nden sonra Osmanlı hakimiyetine girmiştir (1516). Şehir, aynı adla kurulup Diyarbekir eyaletine bağlanan sancak merkezi olarak belirlenmiş ve 1518 Eylül'ünde ilk tahriri yapılmıştır. Bu tahrire göre Harput, on üç mahalleden oluşmaktaydı ve bunların dokuzunda Müslüman, dördünde gayri Müslim halk yaşamaktaydı. 1523 yılında Müslüman mahalle sayısı on dörde çıkarken, gayri Müslimlerin sayısı değişmemiştir. 1566 yılına gelindiğinde, şehrin nüfusu 13,400'e ulaşmıştır. Bu dönemde toplam nüfusun %54-62'sini Müslümanlar, %38-46'sını ise gayri Müslimler oluşturmaktaydı.

yüzyıla gelindiğinde, Harput'un nüfusu sürekli artmıştır. Ancak Celali isyanları sırasında şehirdeki tahribat, vergi yükü, ve benzeri sebeplerle 17. yüzyılın başlarında nüfus azalmıştır. 17. yüzyılın ortalarında Polonyalı Simeon'un kaydına göre şehirde sadece 100 Ermeni hanesi bulunmaktadır. Aynı yüzyılın ortalarındaki bir tahrir defterine göre şehirdeki nüfusun 4,000-5,000 civarında olduğu anlaşılmaktadır.
Osmanlı hakimiyeti döneminde Harput, önemli bir ticaret yolu üzerinde bulunmaktaydı. Ticaret yollarının yanı sıra şehir, dericilik, demircilik ve bakırcılık gibi sanayi dallarında da gelişmişti. 16. ve 17. yüzyıllarda Harput'ta üretilen çeşitli malzemelerden alınan vergiler önemli gelir kaynakları arasında yer alıyordu. 17. yüzyılın ortalarında Evliya Çelebi'nin kaydına göre, Harput'ta 600'den fazla dükkan bulunmaktaydı.

19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın başlarında, Amerikan misyonerler Harput'a yerleşerek Protestanlığı yaymaya çalışmış ve 1876 yılında bir kolej açmışlardır. I. Dünya Savaşı sırasında, şehirdeki Ermeni nüfusu başka yerlere göç ettirilirken, Müslümanlar birçoğu Mamuretülaziz'e göç etmiş ve Harput giderek harabe bir şehir haline gelmiştir. 1834'te görevlendirilen Reşid Mehmed Paşa'nın Mamuretülaziz'i merkez haline getirmesi ve Harput'un stratejik önemini kaybetmesi, şehrin gerilemesine katkıda bulunmuştur. 20. yüzyılın başlarında Harput, Protestan misyonerlerin çalışmaları ve Amerikan misyonerlerinin okuluyla bilinmekteydi.

Sultan Abdulaziz’in tahta çıkışının 5. yılında Hacı Ahmed İzzet Paşa devrinde buraya tayin edilen Vali İsmail Paşa'nın teklifi ile 1867 yılında "Mamurat al-Aziz" adı verilmiştir. Ancak telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca "Elaziz" olarak söylenmeye başlanmıştır. Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir sancak haline gelmiştir. 1875'te müstakil mutasarrıflık, 1879’da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı Devleti'nin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış, 1921’de bu iki sancak Elazığ'dan ayrılmıştır.

Atatürk’ün 1937 yılında şehre teşrifleri sırasında "azık" ili anlamına gelen "Elazığ" adı verilmiştir. Elazığ, Doğu Anadolu bölgesi içerisinde, Yukarı Fırat havzası bölümünde yer alan bir ildir. Deniz seviyesinden yüksekliği 1067 metredir. Elazığ, tarihi Harput şehrinin, yerleşime elverişli olmayışı ve tabiat şartlarının zorluğu nedeniyle, 1834 yılında Reşid Mehmet Paşa tarafından bugünkü yerinde kurulmuştur.

Elazığ'ın tarihi, bölgenin en eski yerleşim birimlerinden biri olan Harput'un tarihine dayanır. Harput Kalesi'nin ilk defa milattan önce II. bin yılında yapıldığı tahmin edilmektedir. Sonraki dönemlerde kalenin eteklerinde yerleşme başlamış ve daha sonra meydana gelen şehir tekrar surlarla çevrilmiştir. Ancak, Harput, tarihi bir geçmişe sahip olmasına rağmen günümüzde terk edilmiş bir şehir görünümündedir.

Harput adının kaynağı tartışmalıdır. Amasyalı Strabon’un bahsettiği Sophene bölgesindeki Karkathiokerta’nın Harput olduğu, hatta isminin de buna dayandığı ileri sürülmüştür. Ayrıca IV. Yüzyılda İranlılar tarafından ele geçirildiğinde buradan Ziata Castellum şeklinde söz edildiği, bununda Arapça’ya Hısnıziyad şeklinde geçtiği bilinmektedir. Bizans kaynaklarında Kharpote ve Frank tarihçilerin eserlerinde Quartapiert şeklinde geçmektedir. Evliya Çelebi ise, Al-i Osman defterhanesinde “Hasan Ziyad ülkesi” diye yazılı olduğunu kaydeder. Osmanlı devrine ait diğer kaynaklarda ve belgelerde Hartabird, daha yaygın olarak da Harpurt veya Harpurd imlasıyla görülür. Ancak XIX. Yüzyıldan itibaren resmi yazışmalarda halk arasındaki Harput telaffuzu benimsenmiştir.

Elazığ ve yöresi, Anadolu'nun en eski yerleşim birimlerinden biridir. Yerleşme, tarih öncesi dönemlere kadar uzanır. Elazığ'ın tarihi, onun menşei sayılabilecek Harput'un tarihi ile birlikte değerlendirilmelidir. Yapılan arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarında Paleolitik döneme ait yerleşmeler bulunmuş, Neolitik döneme ait kalıntılara rastlanmıştır. Altınova bölgesindeki Tepecikte ve Kovancılar ilçesi yakınlarındaki Çınaz Höyük gibi yerleşim alanlarında Kalkolitik dönem izleri görülmüştür. M.Ö. 3.000 yılına tarihlenen ilk Tunç Çağı dönemi ile ilgili olarak Altınova bölgesinde Norşuntepe, Tepecik ve Korucutepe höyüklerinde kültür katları ortaya çıkarılmıştır. Elazığ ve yöresinde M.Ö. 2000'lerde İşuva adıyla anılan yerleşim, M.Ö. 1375-1335 I. Şuppiluliuma döneminde Hitit egemenliği altına girmiştir.

Araplar, Erzurum’dan Malatya’ya ve buradan da Tarsus’a kadar uzanan bir hat boyunca asker yerleştirerek üsler meydana getirmişlerdir. Harput da bu dönemde söz konusu üslerden birisi olmuştur. İslam orduları bu üslere yerleşerek buralardan Bizans üzerine akınlar yapmışlardır. Yörede türbesi bulunan Ankuzu Baba'yı, bu dönemin mücahitleri arasında göstermek mümkündür.

Harput’un Bizanslıların hakimiyetine ikinci defa geçişi 10. yüzyılda olmuştur. Bizans’ın İslam alemine karşı giriştiği seferlerde Harput ve yöresi daima ilk hedefler arasında olmuştur. Nitekim bu dönemde, Bizanslılar Harput’u ele geçirmişler ve burada bir vilayet teşkilatı kurarak kaleleri tahkim etmişlerdir. Harput’ta Bizans hakimiyeti aşağı yukarı 11. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir.

Harput’un Türklerin eline geçişi, Büyük Selçuklu hakimiyetinin Anadolu'ya kayması ile Harput’un Türk yurdu olmasında en önemli savaşın Malazgirt Meydan Muharebesi olduğuna şüphe yoktur. Nitekim Harput ve çevresi, 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra Türklerin eline geçmiş olup, yörede Büyük Selçuklu Devletine bağlı olarak Çubuk Bey'in idaresinde, Çubukoğulları Beyliği kurulmuştur (1085). Harput’un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer, Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir.

Çubukoğulları Beyliğinin ömrü uzun sürmemiş ve 1110 yılında Artuklu Belek B. Behram, Harput ve yöresini ele geçirerek Artukoğulları dönemini başlatmıştır. Belek Gazi, Haçlı seferlerine karşı büyük mücadeleler vermiştir. Belek Gazinin 1124 yılında ölümünden sonra Harput, Hısnıkeyfa Artuklu hükümdarı Davud’un eline geçmiştir. Bir müddet sonra Davud’un kardeşi İmadeddin Ebu Bekir tarafından Harput’ta Harput Artukluları diye bilinen bağımsız bir beylik kurulmuştur.

Artuklu hakimiyeti 1234 yılına kadar sürmüştür. Artuklu hükümdarlarından Fahreddin Karaaslan’ın Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Fahreddin Karaaslan, 1148-1174 yılları arasında Harput’ta hüküm sürmüş ve burada bulunan ulu camiyi yaptırmıştır. Geçici bir süre Harizm sultanı tarafından zaptedilen Harput, 1230 yılında Moğolların eline geçmiştir. 1234 yılında Artuklu hanedanına, Alaaddin Keykubad I. tarafından son verilmiş ve 1234 yılından itibaren Türkiye Selçuklu Devleti'nin hakimiyeti altına girmiştir.

Türkiye Selçukluları devrinde Harput, bir subaşı tarafından idare edilmiş, bu devirde “Arap Baba” Türbe ve Mescidi hariç önemli bir eser günümüze kadar gelmemiştir. Kösedağ savaşından bir süre sonra da İlhanlılar tarafından zaptedilmiştir. 14. yüzyıl ortalarında bir süre Harput, Eratnalılar ile Dulkadiroğluları arasında mücadele konusu olmuştur. 1366 yılında Dulkadirli Halil Bey tarafından şehir ele geçirilmiştir. Dulkadirli, Kadı Burhaneddin, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Devletleri arasında sık sık el değiştirdikten sonra şehir, 1465 yılında Akkoyunlu Uzun Hasan tarafından zaptedilmiş ve kırk yıl kadar Akkoyunlular’ın idaresinde kalmıştır. Bu dönemden günümüze kadar gelen en önemli eser olarak Sare (Saray) Hatun Camii'dir. 1507 yılında Safevilerin eline geçen Harput, 1515 yılında Çaldıran zaferinden sonra Osmanlı hakimiyetine girdi (1516).

Ardından şehir, aynı adla kurularak Diyarbekir eyaletine bağlanan sancak merkezi oldu ve sancak 1518 Eylül'ünde tamamlandı. Bu tahrire göre Harput, on üç mahalleden oluşuyordu ve bunların dokuzunda Müslüman, dördünde gayri Müslim halk oturuyordu. 1523’te Müslümanların mahalle sayısı on dörde çıkarken gayri Müslimlerin değişmedi. 1566’da biri hariç 1523’teki mahalleler aynı kaldı. Şehrin girişinden başlayarak kalenin önüne kadar inen caddenin iki yanında yer alan Müslüman mahallelerinden en kalabalık olanları 1523-1566 tahrirlerine göre Molla Seyyd Ahmed, Cami-i Kebir, Arslaniye Mescidi ve Müderris Mescidi idi. Nispeten yoğun bir yerleşmenin görüldüğü gayri Müslim mahallelerinin en kalabalıkları ise şehrin Elazığ’a bakan batı tarafındaki Gürcü Bey ile doğu yamaçlarındaki Norsis mahalleleriydi. 

yüzyılın başlarında buraya uğrayan Polonyalı Simeon, şehirde sadece 100 hane kadar Ermeni olduğunu kaydeder. Aynı yüzyılın ortalarına ait bir avarız tahrir defterine göre, şehirde nüfusun 4,000-5,000 civarına düştüğü anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi ise hisar içinde 1000 kadar toprak örtülü ev ile eski bir caminin bulunduğunu ve dış surların harap durumda olduğunu belirtmektedir.
XIX. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde, şehrin önemi biraz daha arttı ve nüfusu fazlalaştı. Bu dönemde şehri ziyaret eden batılı seyyahlar, yüzyılın ikinci yarısında nüfusun 25,000'i aştığını belirtirler. V. Cuinet'e göre, XIX. Yüzyılın sonlarına doğru Harput'ta 12,600 Müslüman, 4,850 Ermeni, 1,845 Protestan, 252 Katolik ve 453 Ortodoks yaşamaktaydı. Şemseddin Sami ise 2,670 ev, 843 dükkan, on cami, on medrese, sekiz kütüphane, sekiz kilise, on iki han ve doksan hamamın bulunduğunu kaydeder.

Osmanlı hakimiyeti döneminde Harput, Basra ve Bağdat'tan Diyarbekir’e gelip Malatya ve Sivas istikametinde devam eden ticaret yolunun üzerinde bulunuyordu. Bu yol aynı zamanda askeri amaçlarla da kullanılıyor, ayrıca bir yol da Bingöl ve Muş üzerinden Van’a ulaşıyordu. Bu kervan yolları Harput için önemli gelir kaynağı durumundaydı. 16. ve 17. yüzyıllarda gelip geçen ticaret mallarından alınan vergiler mühim bir meblağ teşkil ediyordu.

Harput aynı zamanda çevresinin sanayi merkezi durumundaydı. Dericilik, demircilik ve bakırcılık çok gelişmişti. Sadece çeşitli kumaşların renklendirilip desen verildiği boyahanenin geliri 1518’de 44,000, 1523’te 62,000, 1566’da 122,000 akçe idi. 17. yüzyıl ortalarında Evliya Çelebi, Harput’ta 600’den fazla dükkan bulunduğunu kaydetmektedir.

Ancak yerleşmeye elverişli olmayışı, tabiat şartlarının zorluğu, iaşe teminindeki güçlük Harput’un daha fazla gelişmesini önlemiştir. 1834’de doğu eyaletlerini ıslah etmek üzere görevlendirilen Reşid Mehmed Paşa, Ovada yer alan Agavat Mezrası’nı merkez haline getirince, daha sonra teşkil edilen Mamuretülaziz (Elazığ) vilayetinin merkezi, Harput’tan buraya taşınmış, aynı yıl hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış vilayet merkezi, Harput’tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde, Harput’un stratejik açıdan önemini kaybetmesi önemli rol oynamıştır.

17. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın başlarında Ermeniler arasında Protestanlığı yaymaya çalışan Amerikan Misyonerleri buraya yerleşmişler ve 1876’da bir de kolej açmışlardır. I. Dünya Savaşı sırasında şehrin Ermeni nüfusu başka yerlere nakledilirken, Müslümanların bir çoğu Mamuretülaziz'e göçmüş, böylece Harput bir harabe şehir haline dönüşmüştür. Sultan Abdulaziz’in tahta çıkışının 5. yılında Hacı Ahmed İzzet Paşa devrinde buraya tayin edilen Vali İsmail Paşa'nın teklifi ile 1867 yılında “Mamurat al-aziz” adı verilmiştir. Ancak telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca “Elaziz” olarak söylene gelmiştir. Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir sancak haline gelmiştir. 1875’te müstakil mutasarrıflık, 1879’da da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış, 1921’de bu iki sancak Elazığ’dan ayrılmıştır. Atatürk’ün 1937 yılında şehre teşrifleri sırasında “azık” ili anlamına gelen “Elazığ” adı verilmiştir.

Editör: Sakarya Gazetesi