Yoğun geçen bir iş günü sonunda eve döndüğünde; “Şöyle bir uzanır dinlenirim, yatar yatmaz, tüm gün yolumu gözleyen kedim hemen üzerime gelip kıvrılır, sıcaklığını, tüylerinin yumuşaklığını, hatta ılık nefesini hissettirir bana. Yorgunluğum, günün stresi uçar gider.” diye hayal edersin. Evinin önüne geldiğinde başını kaldırıp, seni her zaman beklediği pencereye bakarsın hasretle. Ama o YOKTUR! Penceren boştur.
     Kabullenmek istemezsin o içini kavurucu bir ateş gibi yakan gerçeği. Odaları birer birer gezersin; sanki çıkıverecektir bir yerlerden, o hep derin uykuya çekildiği zaman yattığı çekmeceyi açar, gözlerinle bakmak yetmez, ellerinle yoklarsın dip köşe bucak..
      Sonra başın önünde çıkarsın odadan; bir kez daha, yokluğunun o bıçak yarası gibi içini kesen, lime lime eden gerçeğiyle yüzleşirsin. Nasıl olup da kalmışsa, bir köşeden uçup gelir bir tutam tüyü önüne. Sevinirsin, hatta alıp eline koklarsın, o eski, sağlıklı günlerdeki kokusunu ararsın. Halının kıvrımına gizlenmiş, sedef misali parlayan tırnaklarından bir parça çıkar günün birinde, birden bire içinde o bildik hüzün. Ama onu bulamazsın, çünkü o YOKTUR!
     Bir gün bir yerden bir ses duyarsın; ince, naif, kırılgan, kibarca. Tanrım! Bu onun sesi işte diye kulak kabartır, geldiği yeri ararsın, sonra o acı gerçekle yüzleşirsin, bahçendeki onlarca candan birinin sesidir duyduğun, yüreğin daralır, nefessiz kalırsın.
     Günler günleri, aylar ayları kovalar, özlemi hep içinde, en gizli köşende kalır. İlk zamanlarda resimlerine, videolarına bakamazsın. Çünkü bu kabullenmektir, oysa sen bunu hiç ama hiç istemezsin. En olmadık zamanlarda, en olmadık yerlerde aklına düşer, kimse onun yerine geçemez. Onunla olan bağlılığınızı, sadece size özel anlarınızı, paylaştıklarınızı bilemez ki kendi cinsin. Belki birazcık  bahçende, sokakta beslediğin, gözlerinin temas ettiği, acını hisseden, onun hemcinsleri anlar seni. Ama işte o YOKTUR!
     Kaybının ardından yıllar geçince gizliden gizliye, sanki ona ihanet ediyormuşçasına, utana sıkıla resimlerine bakarsın; önce göz ucuyla ve ardından içine çekercesine dakikalarca hatta saatlerce. O zaman çok daha iyi anlarsın bir daha onu göremeyeceğini, yalandığı zamanki serin tüylerini öpüp kokusunu içine çekemeyeceğini, evin içinde devamlı peşinde oluşunu, pıtır, pıtır minik adımlarının, tırnaklarının parkede çıkarttığı sesi asla duyamayacağını. Çünkü o YOKTUR! Bir daha da hiç olmayacaktır, başkaları da girse zaman içinde yaşamına, onun yeri hep koskocaman bir boşluk olarak kalacaktır!