İnsanlık tarihinin ve uygarlığın seyrinde iki önemli etken söz konusu olmuştur: Biri zamanın ruhu diğeri bizden önce yaşayanların gelişime olan katkıları. Zamanın ruhu dediğimizde yaşanan zaman diliminde hangi düşünce sistemlerinin geçerli olduğunu anlarız. Mesela Ortaçağ’da “hakikat”, ilk çağ felsefesinde olduğu gibi bir ilk ilke, arkhe yada idea değil, Hristiyanlık düşüncesiyle uyum içinde olan bir dinsel ilkeye dönüşür. Yani ilkçağ Yunan felsefesinde “arkhe” ya da “ilk neden” terimleriyle karşılanan varlık kavramı, Ortaçağ’da metafizik temelli varlık ilkesi olarak Tanrı’ya karşılık gelir. Ayrıca Ortaçağ felsefesini besleyen temel kaynak Antikçağ felsefesi olduğundan, bizden önce yaşayanların katkılarını en iyi Ortaçağ filozoflarının konuyla ilgili kendilerinden öncekilere vefalarını dile getiren aforizma ile açık olarak anlayabiliriz: ”Biz devlerin omuzlarına oturmuş cüceler gibiyiz; daha çok şeyi görüyor ve biliyor olmamız, uzak görüşümüzün olmasından değil, o devlerin omuzlarında yükselmiş olmamızdandır…”
Ortaçağ’dan modern zamanlara geçişte felsefe alanında etkin rol oynayan filozof Rene Descartes olmuştur. İki zaman arasına sıkışmışlık filozofta varlık alanında düalist düşünceye düşmesine, yani modern zamanların maddeci yönüyle Ortaçağ’ın tinselci görüşü arasına sıkışmışlığını anlatır. Ruh (düşünce) ve beden alanını birbirinden ayırarak bu iki alanın birbirine indirgenemeyeceğini ve birbirlerine müdahale edemeyeceklerini söyler. Bir başka deyişle 17. Yüzyılda yükselen yeni bilim anlayışının maddeye gösterdiği özen ile kilisenin tinselci tutumundan hiç birisini dışarıda bırakmaksızın “hem onu hem bunu” mantığıyla hareket etmiş ve büyük yanılgılara düşmüştür. Bu konuda o kadar ileri gitmiştir ki ruhun oturduğu yer olarak; beyin orta hattında yer alan, üçüncü göz olarak da bilinen, doğal uyku uyanıklık döngüsünü sağlayan “melatonin” hormonunu salgılayan “pieal bezi” işaret etmiştir. Bu saçmalık dahi felsefe tarihinde Descartes’ın modern filozofların babası olduğu gerçeğini değiştirmez. Tarihte yaşananlar bize her olgu ve her değerin kendi zamanının ruhu içinde tartılıp hak ettiği saygıyı ve önemi görmesi gerektiğini öğretir…