İnsan yaşadıkça neler öğreniyor değil mi? Zaten bunun için söylemişler; “gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse” diye. Fransız atasözüdür aslında, doğru bir iş yapmak için gençlerin enerjisiyle yaşlıların deneyimini birleştirmeyi hedefler. Bir de katılırsınız ya da katılmazsınız, "gençler yaşlıların aptal olduğunu sanır, oysa yaşlılar gençlerin aptal olduğunu bilir" derler. Tüm bu sözlerde yaşanmışlığa ve deneyime gönderme yapılıyor. Bence deneyim ve yaşanmışlık yetmez doğruyu güzeli bulmaya, burada onu nasıl yaşadığın ve deneyimlediğin önem kazanır. Aklı anlamayı tutku haline getiren, yaşamı boyunca hayatı anlamlandırmak için çabalayan bir felsefeci olan Spinoza’nın kadın erkek eşitliğine inanmayışının altında zamanın ruhu değil, kendi yaşanmışlıkları yatar. Annesi çocukken ölmüş, daha sonra büyük annesi ve üvey annesini yitirmiştir. Sağ kalan kız kardeşi de onu acımasızca reddetmiş, dahası sevdiği tek kadın da onu başka birisini severek yaralamıştır. Kadını erkeğin gerisinde görmesinin nedeni olarak bu yaşanmışlıklar görülür. Herkes kendi yolundan geçerek gideceği yere varacak, insanların tavrı ve bilgelikleri hayattaki yaşantılarından, deneyimlerinden ve anlamlandırmalarından hep etkilenecektir…
Yaşayan en büyük Türk şairlerinden Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” adlı görkemli şiirinin son dört mısrası şöyledir: “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var / Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına / Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır / Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana…” Yaşanmışlıklar her ne kadar yıllar içinde birikerek fazlalaşsa da biz hala öğreniyoruz. Mesela son olarak; Devlet’i bütün kurumları ve aygıtlarıyla teslim ettiğimiz partiyi seçimle yenmemiz mümkün değilmiş, onu öğrendik. Kendi bakanlarını, valilerini ve kolluk kuvvetlerini seçim çevrelerinde baskı unsuru olarak kullanabilen, medyanın %95’ni ele geçirmiş, aydınlanma, Cumhuriyet ve laiklik karşıtı, gerici devlet partisini seçimle yenmek asla mümkün değilmiş, onu öğrendik. Yenebilmek için önce devleti teslim etmemek gerekirmiş onu da öğrendik. Sarayın çizdiği çizgilerin dışına çıkmadan, onun belirlediği meşru zeminde bir devlet partisinin yenilmezliğini öğrendik. Bir İslamcı partinin Ortadoğu tarzı dinî bağlarla, ideolojik hegemonya kurarak ve dört bir yana para saçarak girdiği seçime masa kurarak, batı tarzı romantik parti örgütlenmeleriyle karşılık verilemeyeceği öğrendik. Yani çok şey öğrendik çok! Belki de seçimlerin en büyük kazanımı bazılarımız için bu öğrendiklerimizdir…