Romantik bir şövalyenin göz yaşları zor bir çağa girdik!

Abone Ol

Her yıl bir kilometre yaşıdır. 2025 de öyle olacak.
Ama galiba bu kez daha fazla. Sanki bir süredir içinde ilerlemekte olduğumuz il, hatta ülke sona eriyor. Levhada “bitti” anlamına gelen bir çarpı var ve ÇIKIŞ yazıyor.

Bir paradigmanın sonundayız da diyebilirsiniz. Eski model yürürlükten kalkmış gibidir. Daha bile önemlisi, o paradigmayı ayakta tutan payandalar çökmüştür.
Eski ilişki kalıpları artık geçerli değildir. Yenilerine ihtiyaç vardır.

Çöken paradigmaya Klasik ya da Liberal Demokrasi paradigması diyebiliriz.
Bilim ve Aydınlanma’nın ürünü olan bu paradigmanın gerekli ve işlevsel kıldığı kurumlardan biri de basın özgürlüğüydü: Rasyonel insanların topluca bilgilenmiş bir kamu hâline gelebilmeleri için, özgür ve açık bir ortamda aydınlatılmaları zorunluydu.
İnsanlık mutlu bir geleceğe doğru ilerliyordu. Bu yolculuk varoluşsal bir oyundu ve kuralları vardı.

POLİTİKACILAR VE GAZETECİLER

Örneğin, toplumu yönetenler ile halkı bilgilendirme misyonunu yüklenenler, yani politikacılarla gazeteciler arasındaki ilişki hakkındaki kurallar…
Bu ilişki, bir “temas ve mesafe” ilişkisi olmak zorundaydı. Gazeteci elbette olayların ve onları yaratanların yakınında, onlarla temas içinde olacaktı. Ama bir yere kadar; aradaki ilişkiyi ben hep “saygılı bir mesafe” olarak tanımladım ve 50 küsur yıllık gazetecilik hayatımda titizlikle uyguladım.

Çünkü politikacılarla gazeteciler arasında yapısal bir çelişki olduğu bize söylenmişti. Bunu yaşarken de görüyordum. Politikacılarla, olguların tanımlanması konusunda birbirimizin rakibiydik. Çoğu kez onların amacı kandırmak, bizimki ise araştırıp doğrulamaktı. Demokrasi böyle gerektiriyordu. Basın tarihinin en başarılı örnekleri işte bu yapısal çelişkiden kaynaklanıyordu.

O yüzden gazetecilik eğitiminde en çok üzerinde durulan konulardan biri “gazetecinin rolü” olagelmişti. Bu rolü özenle oynamak gerekiyordu.
Ben, bu türden güçlükleri yüzünden, öğrencilerime hep yapmak istedikleri işin “bir çeşit romantik şövalyelik” olduğunu söyledim.

Gazetecinin görevi politikacıyı takip etmek, soru sormak, denetlemekti. Televizyonlara çıkıp onun adına, onun ağzıyla konuşmak, adeta ona vekâlet etmek bunlar arasında değildi.
Daha fazla siyasi rol arzu edenlere bizzat siyasete girmesi tavsiye edilirdi.
Hem siyasetçiye hizmet edip hem de gazeteci geçinmek bir çeşit mesleki fücur sayılmaz mıydı?

BU MEDYA KİMİN?

Ama son dönemlerde bu çok yaygınlaştı. Hatta normalleşti.
Normalleşti, çünkü koskoca Aydınlanma paradigmasının payandaları birer birer çökertilmiş ve sonunda yerle bir edilmişti. Kurumlar arasındaki duvarlar dijital tufan tarafından yıkılmış, güç dengeleri değişmişti.

ABD gibi güçlü ülkelerde bile politikacılar, bu yeni âlemin büyük patronlarının kucağına oturtuldular. Artık bağımsız gazeteciler olmadığı gibi, kendi başına buyruk politikacılar da yoktu!

Bu yeni düzenin mimarlarından Elon Musk, dün X’te açıkça yazmış:
“Artık medya da biziz!”

Peki biz, doğruları dosdoğru söylemeyi ilke edinmiş eski romantik şövalyeler?
Biz neyiz? Dış kapının mandalı bile değil miyiz?

Zor zamanlarda olsak da 2026’nın olabildiğince az sorunlu geçmesini diliyorum.
1 Ocak sabahı, yeni şiirlerimin bulunduğu Bütün Vapurlar İptali buradan sizlere sunmak istiyorum.
Buyurun, bekliyorum. (haluksahin.net)