“Kendini eksilterek ötekini tamamlayamazsın!”

Abone Ol

Ekonomi gazetesinde arkadaşlar, geçtiğimiz 7 Kasım 2025 Cuma günü Şeref Oğuz’un yazısında paylaştığı “Kendini eksilterek ötekini tamamlayamazsın” özdeyişinin altını nasıl doldurmamız gerektiğini sordular.

Soru, zihnimde Sümer rahibinin tabletlere yazarak bize ilettiği sözü çağrıştırdı: “Sen kendin için değilsen, kim senin için? Sen başkaları için değilsen, nesin? Şimdi değilse ne zaman?”

Sonra, nelerin bizleri eksilttiğini düşündüm. Aklıma gelenleri Ekonomi gazetesi okuyucularıyla paylaştım; Sakarya okuyucularıyla da paylaşmak istiyorum:

Eğer Jon Bon Jovi’nin dediği gibi, “Şöhret hem yalancı hem de hırsızdır” sözünün derinliğini kavramaz, kendini şöhretin rüzgârlarına kaptırır; nasıl göründüğünü öne çıkarır, ne yaptığını sorgulamaz, ne değer kattığını önemsemezsen,

Eğer yaşamını kendine ve başkalarına bir “anlam katmak” için değil de, “Dün dündür, bugün de bugün” ilkesizliğinin rüzgârlarında savurursan,

Eğer eleştiriyle yüzleşme özgüvenini göstermez, korkuların tutsağı olur; onların yerine merak ve öğrenmeyi ikame etmezsen,

Eğer yaptığın işin yapısal ve ekonomik özelliklerini kavramaya yönelik ayrıntı özeni için kendine yatırım yapmaz, deneyime dayalı bilgi yerine kulaktan dolma bilgiyle işi idare etmekten utanmazsan,

Eğer birlikte çalıştığın, iletişim ve etkileşim hâlinde olduğun insanların ne düşündüklerini söylemeleri için alan açmaz; susturmayı ve tek sesliliği “istikrar” diye tanımlarsan,

Eğer sloganların vasat kitlelerde yarattığı çekiciliğe kendini kaptırır, ciddi fikirlerin yaygınlaşması için gerekli emek ve zamanı harcamazsan,

Eğer yaşamı maddi varlık alanı olarak görür, varlıklı olmayı adalet ve merhametin önüne korsan,

Eğer “hayat, doğum ile ölüm arasındaki zaman; yaşam ise hayat içindeki süreçlerdir” gerçekliğini kavrayamaz; vicdanı, adaleti, merhameti, etik değerleri süreçlerin bileşeni olarak algılamayı ve uygulamayı beceremezsen,

Eğer işi bilen ve uzmanı olanlar arasında sana hiçbir bağımlılığı olmayanların sözlerine değil de merak ve öğrenme peşinde olmayan vasat kitlelerin alkışının parıltısına kendini kaptırırsan,

Eğer içinde yaşadığın coğrafyayı ve ekosistemini merak etmez; doğanın ve insan eliyle yaratılan teknolojilerin ritmini kavrayamaz; sonucu belirleyen incelikleri, iç ve dış dinamikleri, kök nedenleri anlamak için çaba göstermezsen,

Eğer kozmosun, dünyanın ve insan doğasının ekosisteminin işleyişini kavramaya dönük yatırım yapmaz; dünyanın her yerinde kendini anlatabilecek bir dil oluşturamazsan,

Eğer ilişkilerinde açıklık ve yüzleşme özgüveni yerine pusu kurma, arkadan vurma, “bende olmayan başkasında da olmasın” kasaba kültürü kıskançlığına zihnini tutsak edersen,

Eğer kibir ve üstünlük inancına kendini kaptırır; kendine fren koyacak ilke, kural ve yasalardan kaleler kurmazsan,

Eğer önyargıların, yerleşik doğruların, kalıp düşüncelerin, kör inançların ve ezberlerin çürütücü etkilerini görmezden gelir; “cehalet konforuna” sığınma ile insanlığa “ihanetin” aynı kapıya çıktığının farkına varmazsan,

Eğer kendi bildiğini tek doğru olarak algılar; doğrunun göreceli olduğunu unutur; çok sesliliğin ve kültürlülüğün beklenti yönetimindeki önemini kavramamakta direnirsen,

Eğer korkunun adını “tedbirlilik” diyerek kendini sürekli kandırmaya dönük yaşarsan,

Eğer insanlarla ilgili değerlendirme yaparken kim olduklarına bakar, ne yaptıklarına bakmazsan,

Eğer kendine aynı tutmayı beceremez, kendini sorgulama cesareti gösteremez; sorgulamanın yaratıcılığını içselleştirmez, her şeyi kişiselleştirir; eleştirel akla karşı kalkanlarını sürekli kaldırma tuzaklarını aşamazsan,

Eğer bir konu sorgulanırken güvendiğin düşünceleri savunmaz; susarak kendini önemsetmeyi bir yaşam biçimi olarak benimsersen,

Eğer gündemli ve ciddi bir sorgulama yapılırken kenarda oturup telefonunda sürekli başka konularla ilgilenir; geçimini sağladığın asıl işin yücelmesi yerine yetmezliğini kurnazlığın kutsal şalları altında saklarsan,

Eğer bütün makamlardan ve mevkilerden arınıp sokakta sıradan bir insan olarak dolaşırken, daha önce ilişki ve etkileşim içinde olduğun insanlarla karşı karşıya geldiğinde onların gözlerine gözünü kırpmadan bakamazsan,

Eğer attığın her adımın yaşama nasıl bir anlam kattığını önemsemez; “Dünya bir gündür; o da bugündür” diyerek kendini avutursan: Kendini eksiltir, ötekini tamamlayamazsın!

En iyisi mi, halk ozanının “İnsan Dediğin” başlıklı manzumesinde dediği gibi:
“Yaşama anlam katıp nesillere kalacak / Ya da sofradan tuvalete köprü olacak!”sın.

Herkes kendi tercihini yapmada özgürdür…