Siyasette “parti değiştirme” davranışı çoğu zaman çift standartlı bir eleştiri odağı...
istifa ederek kendi partisinden ayrılanlar hain ilan edilirken, başka partiden istifa edip gelenler kahraman muamelesi görüyor.
***
Bu aslında, siyasetin temel ilkeleriyle, seçmen iradesiyle ve ahlaki sorumlulukla çatışan büyük bir tutarsızlık.
***
Bir siyasetçi seçildiğinde, seçmen onun parti kimliği, programı ve vaatleri üzerinden karar veriyor. Seçim sonrası partisini değiştirmek, en azından o seçmenin verdiği iradeye sinsice müdahale anlamına geliyor.
***
Siyasetçinin “Ben artık başka partiyi daha uygun buluyorum, senin oy verdiğin partiyle artık alakam yok” demesi, kendisine oy vermiş seçmeni resmen yok sayan bir tavır olmakla birlikte, bu davranışı meşrulaştıran tutum, siyasetin çıkar eksenli yönünü güçlendirdiği gibi; idealler, ilkeler ve parti kimliklerini ikinci plana düşürüyor.
***
Hal böyleyken, hiçbir parti de çıkıp “Bundan böyle başka partilerden istifa ederek partimize katılmak isteyenler kesinlikle seçildikleri görevlerinden de istifa etmeleri halinde partimize kabul edileceklerdir. Hiç kimsenin, seçmenden aldığı oyu başka partiye götürme hakkı yoktur” diye bir ilke kararı almıyor, alamıyor!
***
Çünkü, işin ucunda transferlerle kazanılacak koltuklar, kaynaklar, siyasal avantajlar ve bu çıkarların sağlayacağı olanaklar var.
İşin içinde çıkar olunca da ilkeler haliyle gölgede kalıyor...
***
Velhasıl;
İstifa edip giden seçilmiş siyasetçi “Fikir ayrılığı, dayanışma eksikliği, parti içi baskı” gibi bir takım bahanelere sığınıp, seçildiği partinin de oylarını sırtına alarak istifa ediyor ve başka bir partiye gidiyor.
Bunu yaparak aslında fikir değil, çıkar değiştiriyor.
***
Seçmenin güveni yok oluyormuş, parti kimlikleri anlamsız hale geliyormuş, siyaset bireysel çıkarlar üzerinden şekilleniyormuş hiçbir partinin umurunda değil!
Hepsi “Her seçilmiş istifa edip bize gelsin ama bizim oylarımızla seçilen hiçbir yere gitmesin” istiyor.
O yüzdendir ki; siyasette ne gideni hain, ne de geleni kahraman ilan etmenin bir türlü sonu gelmiyor...
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
PATRONUN DEDİĞİ OLUR!
Patronun biri kendisine yardımcı eleman almak için gazeteye ilan veriyor.
Ertesi gün üç kişi müracaat ediyor.
Patron ilk görüşmesini ilk başvuran ile yapıyor ve soruyor 2 kere 2 kaç yapar?
Adam “ 5 yapar” diyor.
Patron “formunuzu bırakın biz sizi arayacağız” diyerek gönderiyor.
***
İkinci görüşmesine giriyor patron ve aynı soruyu ona da yöneltiyor.
Adamın cevabı ise “bu mudur yani çok kolay tabiki 4 eder diyor”
Bunu duyan patron aynı şekilde ikinciyi de gönderiyor.
***
Son olarak üçüncü başvuran geliyor ve aynı şekilde “2 kere 2 kaç yapar?” diye soruyor patron.
Adam önce bir ayağa kalkıyor ve sağına soluna iyice bir bakıyor.
Sonra perdeleri çekiyor ve kapıyı kilitliyor ve adamın kulağını eğilip,“Siz kaç olmasını istersiniz odur”diyor.
***
İşe kimin alındığını söylememize gerek yok herhalde?
Zira…
Patron, yanlış bile olsa söylediğini yapacak, dediğini uygulayacak adam arıyor.
***
Ülkede enflasyon rakamı açıklanıyor…
Açıklanan rakam ile var olan enflasyon rakamı arasında dağlar kadar fark var…
Üstelik…
Açıklanan resmi enflasyon rakamına, yönetenler dahil kimse inanmıyor
***
Ülkede işsizlik rakamı açıklanıyor.
Açıklanan rakam ile ülkede var olan işsizlik rakamının arasında dağlar kadar fark var.
Üstelik…
Açıklanan resmi işsizlik rakamına, yönetenler dahil kimse inanmıyor.
Buna rağmen, açıklanan resmi işsizlik rakamının, var olan rakamın altında açıklanmasına ısrarla devam ediliyor.
***
Kısacası…
Ülkede rakamlarla oynanıyor…
Yukarıdaki fıkra misali, resmi rakamları açıklamakla yükümlü kurumların başında bulunanlar patronlarına büyük ihtimal “siz rakamların kaç olmasını istersiniz?” diye soruyor…
Patron istiyor, patronun istediği de açıklanıyor...
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
YÖNETİM TARZIMIZ BU...
Konyalıların iyi bildiği bir hikâyedir bu.
Bilenler mutlaka vardır.
Biz bu hikâyeyi bilmeyenlere anlatalım istedik.
***
Köylerin Ağaları toplanmış bir gece.
Geç saatlere kadar sohbet sürmüş.
Gecenin bir yarısı acıkmışlar tabii.
Göz gözü görmeyen zifiri karanlıkta sürünün içinde kuzu diye eşek sıpasını kesip bir güzel yemişler.
***
Sabah olunca bir de bakmışlar ki yedikleri kuzu değil, eşeğin yavrusu.
***
Ağalardan biri “Anaa! Biz ne yaptık böyle?” derken…
O demiş “ben yemedim” bu demiş “ben yemedim”
Soruyu soran ağa “Ulan sen yemedin, o yemedi de, koskoca eşek sıpasını kim yedi o zaman?”
***
Bildiğimiz hikâyeye dün bir yerde rastlayınca aklımıza geldi…
Aslında ülkedeki yönetim tarzını da ortaya koyan bir hikaye olduğunu düşündük.
Hani şu başarı ortaya çıktığında herkesin üstlenmek için birbirini ezdiği ama en küçük başarısızlıkta, hiç kimsenin hiçbir şeyi üstlenmeyip, üstelik haberi yokmuş gibi davrandığı yönetim tarzını…