Eskişehir’de “gıda güvenliği” tartışılmalı

Abone Ol

Hazer Denizi, lise  günlerinde pelür kağıda kopyalanmış silik yazılarda ulaştığım Nazim Hikmet’in  “Bahr-i Hazer” şiirindeki dizelerle zihnimin derinlerine yerleşmişti. Türkmen  kayıkçının  bir  Buda  heykeli  gibi kayığında  oturması, “Hazer’de doğanın Hazer’dir mezarı” dizeleri düş dünyamı  rüzgarlandırmış, okulun kitaplığında herkese verilmeyen büyük atlastan  Hazeri  çizmiş, Iran’da Bağbosar’ı,Güney Azerbeycan’ın Hazer’e dokunan kıyılarını, Baku’yu, Derbend’i, Mahaçkale’yi, Türkmenistan kıyılarını, özellikle  de Karapapaklar’ın yurdu  diye bildiğim Kazakistan’ın  Tengiz  Bölgesi’ni haritadan  okumaya çalışmıştım. Bursa  Eğitim Enstitüsü’nde büyük  öğretmen Ferruh Sanır’ın  “harita okuma”  dersinden sonra, lise notlarıma yeniden bakmıştım; o coğrafyalara ayağım düştüğünde,eteklerinde doğduğum Sakarat Dağları’ndaki kadar güvende hissetmiştim.Güney Kafkasya’daki ilk gezimi yaptığım  Baku’ya gittiğim 1980’lı yılların sonunda, Sumgait’e giderken otomobili durdurmuş,  Hazer’in  tuzlu sularını  avuçlarıma doldurarak, akkadaşlarımın  şaşkın bakışları  arasında, yüzümü yıkamıştım.

Azerbeycan’dan  dönüşten epey sonra  “Bahr-ı Hazer” başlıklı bir dosya açarak, erişebildiğim  belge ve bilgileri derledim. Yeri geldiğinde  “Bahr-ı Hazerin  Güneyi” diye yazılar kaleme  aldım; bölgenin coğrafi derinliklerini, ekonomik potansiyellerini ve  paylaştığımız ortak kültür birikimlerini  anlamaya ve anlatmaya çalıştım.

Son günlerde zihnim“Bahr-i  Hazer’in Kuzeyine”  odaklanmış durumda.Doğu  Avrupa’dan Ural Dağları’na kadar bütün  ülkelerde  iklim  değişikliğinin etkisi  yeni bir birikim alanı yaratıyor. İklim değişikliğinin  ısıttığı topraklarda  başta  tahıllar olmak üzere  baklagiller  üretimi gelişiyor. Yağlı tohumlar  önemli bir ihraç  ürünü.Eğer bölge  soğan ve patates üretiminde de  ataklarını sürdürürse, petrol ve doğalgaz odaklı hammadde ekonomisi yanında  gıda arzı  açısından da  yeni bir üretim merkezinin  oluşmasına  tanıklık edeceğiz.

Orhan Pamuk’un  makalesindeki  saptamayı  sürekli kendime anımsatıyorum: “Sosyal medyanın kısa  mesajlarıyla  iletişim  kurabilirsiniz, ama asla  düşünce geliştiremezsiniz!”.

Ülkemizdeki “su yoksulluğunu” da dikkate alarak, tarımsal üretimde tahıl kadar, baklagiller, soğan, patates ve yağlı tohumlar ithalatına bağımlılığımız üstüne hep birlikte düşünce geliştirmemiz gerekiyor. Geçeden yıl  sadece  yağlı tohum ithalatına 3,5 milyar  dolar ödediğimizi  akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Eskişehir’in  gündeminde “su potansiyelimiz”, “sulama altyapımız”  ve “su yönetimi”, mevcut tarımsal “ürün desenimiz”, “ürün farklılaştırma potansiyelimiz”, daha “az suya  bağımlı” ürünlere geçiş yapma fırsatları, ürenleri daha yüksek katma değerli hale getirecek yol ve yöntemlerinin yaygın biçimde  sorgulanması  gerektiğini düşünüyorum. Sanayi odamız, ticaret odamız, borsamız, üç üniversitemiz, tarımsal araştırma gelenekleri olan  kamu kurumlarımız, DSİ Bölge müdürlüğümüz  gibi kurumsal altyapımızın birikimlerini  kullanarak bir  “gelecek planlaması” tartışmasını yapmak kent ortak aklının görevedir diye düşünüyorum.

Yerel medyamız kentin kurumlarını yönetenlere  mikrofon uzatmalı, gıda  güvenliğinin geleceğini ilgilendiren sorular sorarak, tartışma ortamı yaratmalı. Ülkemizi  kısır siyasi  söylem ve çatışmaların  vesayetinden kurtarmalıyız, çerçevesi belli olan, geliri ve gideri  fizibilite  anlayışıyla hesaplanmış  olan  projeleri tartışmalıyız. O zaman  sığ siyasi  söylemlerin tutsakları  olmaktan kurtulur, kentimizin geleceğine ilişkin düşünceleri çeşitlendirir, bilgilerimizi netleştirir ve  fikir altyapısını güçlendirebiliriz.

Birikimlerim, ülkemizi de kentlerimizin de  siyasetin  kısır  çekişmelerinin vesayetinden kurtarmadan  “gıda arzını  güven altına almış  bir ülke” yaratamayacağını söylüyor… Sevgili  okuyucu, sizler  ne düşünüyorsunuz? Paylaştığım genelleme “doğru mu”? Doğru değilse “yanlışı”  nerede?