ERDEM SORUNU
İnsanlık tarihi kadar eskidir mutlu ve iyi yaşamak için ne yapmak lazım geldiğini sorgulamak. Bunu felsefe anlamında ilk ortaya koyanlarda doğal olarak üç büyüklerdir: Sokrates, Platon ve Aristoteles. Hepsine göre de "erdemli olmak" başlıca unsurdur. Sokrates'e göre "doğru" olanı yapmak ve "adil" olmak ya da "iyi" yaşamak için erdemin ne olduğunu bilmek gereklidir. Platon'da erdem nedir sorusunu ele almış, erdemin bilme, öğrenme veya öğretme konusu olup olamayacağını sorgulamıştır. Ona göre "adalet" iyi ve mutlu bir yaşam için gereken doğru eylemi yapabilmeye yarayan erdem bilgisinin ön koşuludur. Adalet bir kişinin yada bir yönetsel birliğin adil olmasını sağlayan bilgelik, cesaret ve ölçülülük erdemlerinin bütünlüğünü sağlayan bir üst erdemdir. Aristoteles'e göre erdem "düşünce erdemleri" ve "karakter erdemleri" diye ikiye ayrılırlar ve karakter erdemleri bizde doğa vergisi olarak bulunmayıp sonradan öğrenilebilir. Tabi bunun için bir çaba gerekir, insanca bir emek harcamak lazım gelir. Tüm filozoflar iyi ve mutlu yaşamanın yolunun erdemli olmaktan, bununda bilgiden ve adaletten geçtiğini vurgulamışlardır.
Sokrates MÖ 5. yüzyılda, Atina Demokrasisinin egemenleri tarafından yargılanmış, Yunan Tanrılarına karşı çıktığı ve gençleri zehirlediği savıyla ölüme mahkum edilmişti. Kaçmadı onurlu bir şekilde baldıran zehrini içti. 25 yüz yıl sonra bu günün Atina'sında sembolik olarak tekrar yargılanıp aklandı, itibarı geri verildi. Tarihte bu gibi haksız yargılanmaların ve cezaların sonradan vicdanlarda nasıl da temizlendiği, insanlık adına özürler dilendiği, onların egemenler karşısında insanlığın susmayan sesleri olarak kabul edildiği ve de uygarlığın temellerinde onların isimlerinin kazılı olduğu bilinir. Sokrates örneği sonrası, "adalet erdemdir ve ancak erdemliler adil olabilir" cümlesi bu güne dek masumların temel şiarı olmuştur. Bundan sonra olacakları da ben size söyleyeyim: Üç vakte kadar erdemli insanlar adaleti sağlayacaklar, haksız yargılanan tüm gazeteciler adına Can Dündar ve Erdem Gül'den özür dilenecek, itibarları misliyle geri verilecek. Nereden mi biliyorum? Böyle sürüp gider mi sanıyorsunuz? Tarihte yaşanmış bir sürü örnekleri var: Mazlumun ahı hiç yerde kalmamış ki, zalim hiç bir zaman aşkla sevgiyle anılmamış ki!..
Not: 10 Ocak Gazeteciler Günü yemeğinde sevgili Önder Baloğlu ile yan yana oturdum. Bana ben dahil bazı yazarların ülke basınından "Ulusal Basın" diye söz etmesinden rahatsız olduğunu, bunun yerine "Yaygın Medya" değiminin kullanılmasının daha uygun düşeceğini belirtti. Bizdeki havuz medyasını düşünüce "ulusal" sözcüğünün ne kadar iğreti durduğunu düşündüm, Baloğlu çok haklı...