Eğitim şart ama nasıl?

Abone Ol

Siyasi olarak çok hareketli günleri yaşıyoruz.
Böylesine karışık bir ortamda ülkemizin geleceğini ilgilendiren temel konular arasında yer alan “eğitim sistemindeki sorunlar” gündemde yeterince yer bulamıyor.
2025-2026 eğitim-öğretim yılı ne yazık ki bu dönemde de büyük sorunlarla başladı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın;
“Eğitimde dinselleşme” ve “piyasalaşmayı” esas alan uygulamaları artarak devam ediyor.
Eğitim, bir ‘kamu hizmeti’ olmaktan çıkarılarak adeta ‘ticari mal’ haline getirildi.
Özel okullar ve son dönemde rehabilitasyon içerikli merkezlere verilen devlet desteği artırılmış durumda.
Parası olanın nitelikli eğitim hizmetinden yararlandığı bir ortam teşvik ediliyor.
Bu uygulamaların sonucu olarak alt gelir grubundaki çocukların eğitim başarısının düşük olduğuna işaret eden sonuçlarla karşı karşıyayız.

Diğer yandan eleştirel düşüncenin yok sayıldığı, dini konuların ağırlık kazandığı müfredat esas alınıyor.
Eğitimin içeriğini belirleyen ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ndeki Osmanlıca kökenli ‘maarif’ sözcüğünün kullanılması bile aslında Bakanlığın anlayışını ortaya koyan bir konu.
Laiklik anlayışına aykırı bir şekilde ÇEDES örneğinde olduğu gibi pedagojik formasyonu olmayan din görevlileri okullarda çocuklarla buluşturuluyor.
Dogmatik yaklaşımlarla çocukların, gençlerin ‘özgür düşünce alanı’ yok ediliyor.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın kaynakları çeşitli protokollerle cemaat ve tarikat okullarına aktarılmaya devam ediyor.
Öğrencilere en az bir öğün ‘ücretsiz sağlıklı yemek verilmesi’ ve okullarda ‘temiz suya ulaşabilmeleri’ için bu yıl da bir düzenleme yapılmadı.
Okulların fiziki ihtiyaçlarına yeterli kaynak aktarılmadığı gibi temizlik işleri velilerin desteği ve Okul Aile Birliklerinin çabalarıyla halledilmeye çalışılıyor.

Diğer yandan Anayasa ve Milli Eğitim Temel Yasası’na aykırı bir şekilde ‘karma eğitimi kaldırma baskısı’ devam ediyor.
Kız çocuklarını ayrıştıran ‘Kız Ortaokulları’ hizmete açıldı.
Kantinlerde, servislerde kız öğrencilerin ayrı yerlerde bulunmaları isteniyor.

MESEM (Mesleki Eğitim Merkezi) “çocuk işçiliğini teşvik eden” bir uygulama olarak devam ediyor.
Haftada 4 gün işyerinde, 1 gün okulda olan öğrenciler ‘okul kültüründen uzak’ tutuluyor.
Eğitim bu gençler için de ‘özgürleşme alanı’ olmaktan çıkarıldı.
Zor şartlar altında ucuz işgücü olarak çalıştırılmaya devam ediyorlar.
Bakanlığın uygulamak istediği özel okul-devlet okulu eşleştirmesi ve devamında koruyucu bir vakıf desteğinde yürütülmesini öngördüğü “Hamilik Projesi” ise üzerinde durulması gereken ayrı bir başlık.

Eğitim, anayasa ile teminat altına alınan temel bir hak olmasına karşın bahsedilen tüm bu olumsuzlukların sonucu olarak ‘eğitimde fırsat eşitsizliği’ artarak devam ediyor.
Milyonlarca genç ve çocuk, derinleşen ‘toplumsal eşitsizliğin’ sarmalında çaresizlik içinde.
Kız çocukları okula gönderilmiyor.
Üniversite sınavını kazanan gençler ekonomik sorunlar nedeniyle kaydını dondurmak ve okulu bırakmak zorunda kalıyor.
“Sınav için eğitim anlayışı” nedeniyle okula devam etmeyen birçok öğrenci ‘açık liseye’ geçiyor.
Aileler, sınav baskısı nedeniyle dershane ve özel ders maliyeti altında eziliyor.

Eğitim sisteminde bu sütuna sığmayacak sayıda çok sorun var elbette ama çözüm yolları açık bir şekilde ortada.
Zorunlu eğitimin süresini kısaltmaya çalışan, tarikatları sivil toplum kuruluşu olarak gören, piyasacı yaklaşımıyla eleştirilerin odağında olan Milli Eğitim Bakanı,
Okulları dinci yapılardan ve protokollerden arındırarak
Laik, bilimsel, kamusal ve karma eğitim ilkelerine bağlı bir sistem kurarak
Doğru bir başlangıç yapabilir.

Yeni eğitim-öğretim yılı öğretmenlere, öğrencilere, velilere hayırlı olsun.