Aşırı basitleştirilmiş anlatım tuzakları

Abone Ol

"Makroiktisat fetişi, siyaset için de çok kullanışlı; çünkü başarıyı ve başarısızlığı basit bir sayı üzerinden açıklamayı mümkün kılıyor. Üstelik ekonomi yönetimi açısından bu bir tür PR alanı: sayılar üzerinden parlak bir tablo kurmak, karmaşık sorunları görünmez kılmak için oldukça elverişli. Aynı şekilde, riski minimize ederek iktisadi eleştiri yapmak isteyenler için konforlu bir alan açıyor; büyük ancak muğlak laflar etmeyi mümkün kılıyor. Bu fetiş, ekonomiyi de siyaseti de dar bir çerçeveye sıkıştırdı!"

Günümüzde tanınmış düşünce insanlarından biri de Yuval Noah Harari’dir. Okuma ilgisinin azaldığı, kısa mesajlı iletişimle erişilen “malumata” yetindiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Harari, okuma alışkanlığının hızla irtifa kaybettiği bugünlerde bile “çok satan kitaplar” yazabiliyor; yazdıkları insanlar arasında karşılık buluyor.
Harari, Financial Times’te yayımlanan makalesinde, “aşırı basitleştirilmiş tarihsel anlatılar tarafından üretilen yanlış ahlaki kesinliklerin” yarattığı büyük düşmanlıkları yaşadığı toplumdan örneklerle anlatıyor; aşırı dinci Yahudi toplulukları ile Hamas’ın “kutsal ve adanmış toprak” anlatımının tarihsel gerçekliği yansıtmadığını söylüyor.

Oksijen 2’de kendisiyle yapılan söyleşiyi okurken bugünlerde Doğan Kitabevi’nin yayımladığı Herkes Biliyor Geminin Su Aldığını kitabının yazarı Doç. Dr. Özge Öner’in “entelektüel namus” tanımı ilgimi çekti: “Bana göre entelektüel namus, analizlerimizi ısrarla gündelik pozisyon alma telaşlarından kurtarmaya çabalamayı gerektirir.”

Kamu entelektüeli sorumluluğu

Adını ister kamu aydını, ister entelektüel koyalım, hepsi “kavram işçisi” olduğunu unutmamalı. Kamu aydınları “gündelik pozisyon alma tuzaklarına” düşmemek istiyorsa, Siddhartha Mukherjee’nin dediğini içselleştirmeli: “Teknoloji tarihi genelde ürünler üzerinden yazılır: Tekerlek, mikroskop, uçak, internet. Fakat aynı tarihe kavramsal geçişler üzerinden bakmak daha aydınlatıcı olabilir: Tekerlek, doğrusal hareketten dairesel harekete geçiş. Mikroskop, normal boyutlardan mikro boyutlara geçiş. Uçak, karada hareketten havada harekete geçiş. İnternet, fiziksel bağlantıdan sanal bağlantılara geçiş.”

Günlük pozisyon endişelerinin bizi sürükleyeceği popülizm ve pragmatizm tuzaklarından uzak durmanın yolu, adlar, kavramlar ve terimler üretme; düşünce geliştirmeye yatırım yapmaktan geçer. Kavramsal geçişlerdeki ayrışmaları kavramadan, kavram arka planlarındaki oluşumların izlerini sürmeden ne “zamanın ruhunu” okumak mümkündür, ne de olup bitenleri yönlendirecek araçlarımızı zenginleştirme.

Kavramların bileşen ve bağlamlarının oluşturduğu anlamların ve ağların zaman içindeki değişmesi, kamu entelektüellerinin en çok emek ve zaman ayıracakları yatırım ve gelişme alanı. Eğer kavramsal geçişler süreci odağından bakabilirsek, aşırı basitleştirilmiş tarihsel anlatılar tarafından kurulan yanlış ahlaki kesinliklerin akıl gözünü körleştiren, sorgulayıcı aklı bastıran, tek tip düşünce dayatan ve tarihte hiç de üretken olmadıklarını bildiğimiz olumsuzlukları önleyebiliriz.

Makroiktisat fetişi nerede durur?

Sorunlarımızı çözmenin gerek şartı, sorunu yaratan, olgunlaştıran ve çoğaltan etkenleri anlamaktır. Çok önemli bir kriz sürecinden geçerken, ülkede iktisadi yaşamla ilgili söz söyleyen hepimizin Özge Öner’in saptaması karşısında kendi pozisyonunu sorgulaması gerektiğini düşünürüm.
Öner, yeni çıkan kitabıyla ilgili söyleşide diyor ki: “Türkiye uzun süredir ekonomiyi dev bir gösteri alanı olarak görüyor. Makro göstergeler, büyüme oranları, faiz kararları... Hepsi bir performansın parçası. Bu gösterinin içinde mikroiktisadın, piyasa davranışlarının, rekabetin, verimliliğin sesi bastırılıyor. Ekonominin bir toplum olduğunu unutuyoruz: alışveriş yapan insanların, risk alan girişimcilerin, borçlanma davranışlarının, üretim ekonomisinin, fiyatlama reflekslerinin... Makroiktisat fetişi, siyaset için de çok kullanışlı; çünkü başarıyı ve başarısızlığı basit bir sayı üzerinden açıklamayı mümkün kılıyor. Üstelik ekonomi yönetimi açısından bu bir tür PR alanı: sayılar üzerinden parlak bir tablo kurmak, karmaşık sorunları görünmez kılmak için oldukça elverişli. Aynı şekilde, riski minimize ederek iktisadi eleştiri yapmak isteyenler için konforlu bir alan açıyor; büyük ancak muğlak laflar etmeyi mümkün kılıyor. Bu fetiş, ekonomiyi de siyaseti de dar bir çerçeveye sıkıştırdı!”

Yüzleşmeliyiz

Gerçeği aramanın önemli yöntemlerinden biri yüzleşmedir. Toplumun gelişmesi kaygısıyla konuşan, yazan ve çizen de yaptığı işi sorgulamalı. Mutlak gerçeklik olmadığını, her bilginin bir üst bilgisi olduğunu, en olumsuz gelişmelerden bile olumlu bir yan bulunabileceğini sayısız deneyim bizlere öğretiyor.

Bugün kendimize soralım:
Olay ve olguları sonuçlar üzerinden mi, kavramsal geçişler üzerinden bakarak mı değerlendiriyorum?
Kolay anlaşılma, açıklık, yalınlık, sadelik adına aşırı basitleştirmeyi zihnimin derinliklerinde meşrulaştırabiliyor muyum?
Başarıları ve başarısızlıkları basit sayılar üzerinden değerlendirmeyi içime sindiriyor muyum?
Kavramsal geçişleri kavrayarak, toplum dalkavukluğu yapmadan, eskimiş ve değer üretmeyen kavramlar yerine emek ve zaman ayırarak yeni kavramları ikame ediyor muyum?
Ve işin sırrının dengede olduğunu bilerek, attığım her adımın ileriye ve geriye bağlantılarının etkilerini dikkate alan bütünsel bir yaklaşım için çabalıyor muyum?

Sanırım kısa bir iç hesaplaşma yaparsak, kendi zihnimiz bizi aldatmayacaktır. Biz Amos Oz’dan biliyoruz ki hayatta eli boş dönülmeyen tek yolculuk, içimize yaptığımız yolculuktur.