Bilinen bir gerçeği yineleyelim: İnsanı insan yapan, onu diğer canlılardan ayıran temel özelliği aklıdır. Bunca keşif, yaratılan uygarlıklar hep akıl sayesinde ortaya çıkmıştır. Din kavramı da öyle; aklı olmayan canlıların din diye bir sorunu da yoktur. Yani aklın öyle yetenekleri var ki, somut olarak nesneleri ve uygarlıkları yaratabiliyorken soyut da düşünebiliyor. Beş duyumuzla deneyimleyemediğimiz radyo dalgalarını, mikrodalgayı, cep telefonlarındaki ses dalgalarını aklımız sayesinde kablosuz bağlantılarla duyulur hâle getirip deneyimleyebiliyoruz. Manyetik rezonans, X ışını, ultrason gibi duyularımızla kavrayamadığımız dalga boylarını ve frekansları aklımızı kullanarak canlıların iç yapısını görüntülemek amacıyla tıpta kullanabiliyoruz.
Bugünlere kolay gelinmedi tabii. Soyut düşünebilme ürünü dinler için de öyle. Otuz bin yıl kadar önce, öldükten sonra da yaşayacaklarına inanılarak kıymetli eşyalarıyla birlikte gömülmeye başlandı ölüler. İşte bu, bir dönüm noktası oldu; insan kendi aklında ölümden sonraki yaşamı, yani ölümsüzlüğü keşfetti. Bundan sonra dinlere giden yol çok kısaldı ve kolaylaştı. Akıl önce atalar kültünü yarattı. Atalara ibadet, tarım devrimi ile evrildi. Neolitik çağın ilk yıllarında ölen kişilerin doğrudan yaşadıkları evin altına gömülmesi yaygın bir uygulamaydı. Bazı kültürlerde ise hayvanların insanların atası olduğuna dair inanç oluştu. Böyle bir hayvana “totem” adı verildi. İnsanlık daha sonra çok tanrılı dinlere, en sonunda ise daha doğru olanı bularak tek tanrılı dinlere doğru seçimini yaparak ilerledi.
Bilim, insana aklını kullanmayı nasıl emrediyorsa dinler de öyledir. Ama arada büyük fark vardır: Dinler akla sınırlar koyar, belirli alanlara girilmesini yasaklar. Dinin içinde akıl olsa da bilimdeki gibi özgür ve yaratıcı değildir. Sadece yaratılmış olanın üzerinde düşünür; yaratana itaat ve biat etmesi istenir. Yani aklın faaliyet alanı iki ayrı uçtadır: biri inanç kısmında, diğeri şüphe ve merak tarafında. İnanç ucundan teoloji, merak ve şüphe ucundan felsefe oluşur. Bu iki faaliyeti birlikte yürütebilme yeteneği karşısında, aklın veya diğer adıyla insan beyninin önünde ancak saygı duymak gerekir. Hangi tarafın daha ağır basacağına kişi kendisi karar verecektir. Tek zorluk, insan beyninin kendisini yontarken çevresinden olağanüstü etkilenmesidir.
Bilim merkezli bir aklın bugünkü uygarlığı yarattığını, sadece inanç merkezli bir aklın ise izleyenlerini Orta Çağ’a doğru sürüklediği unutulmamalı. Dengeyi bulabilmek için dogmalardan arınmak gerekir. İnanç ruhsal doygunluk sağlasa da, dünya nimetlerinden eşitçe yararlanmak, kardeşçe ve barış içinde yaşamak için daha fazla akla gereksinim vardır.