AK Parti’nin Eskişehir’de 2002 yılından bu yana mahallî seçim stratejisi 2 madde üzerinde şekillenmişti.
1- “Nasıl olsa Recep Tayyip Erdoğan kendi başına oyları topluyor.”
2- “CHP'nin içi zaten olabildiğince karışık, o yüzden bizim fazlaca bir çaba harcamamıza hiç gerek yok.”
***
Bu iki düşünce yüzünden Eskişehir'de bir türlü belediyeleri kazanamadı AK Parti…
“Erdoğan’ın tek başına sağlamış olduğu oyun üzerine biraz da biz gayret edip oy koyabilsek” seçeneği hiç tercih edilmedi.
Ya da…
“Bize ne CHP içinde yaşanan karışıklıktan. Biz kendi işimize ve partimize bakalım.” denilmedi.
O yüzden...
Her mahallî seçim öncesinde, sırtını Erdoğan’ın alacağı oylara dayayıp umudunu da CHP içindeki karışıklığa bağlayan Eskişehir’deki AK Parti, girdiği her seçimden hüsranla ayrıldı.
***
Zira…
Recep Tayyip Erdoğan’ın tek başına sağladığı oy, Eskişehir’deki belediyeleri almaya her defasında yetmedi.
CHP içinde yaşanan kavga-gürültü ve karışıklık da AK Parti'nin seçim kazanmasına yetmedi.
Kısacası...
Ne Tayyip Erdoğan’ın sağladığı oy miktarı ne de CHP içinde beklenilen kavga umudu, Eskişehir’deki AK Parti’ye çare olmadı…
***
AK Parti'nin yıllardır bel bağladığı ve partiye faturası da bir hayli ağır olan bu iki seçenekli strateji sanki bundan böyle CHP tarafından sahiplenilecek ve parti için büyük bir zaaf yaratacağa benziyor.
Çünkü...
Son günlerde CHP çevresinde sık sık “Nasıl olsa parti oyu alıyor. AK Parti de Erdoğan sonrasının savaşları yüzünden olabildiğince karışık. Bizim fazladan bir şey yapmamıza gerek bile yok.” muhabbetlerini duymaya başladık.
***
Bu tür muhabbetler esnasında da, parti ile ilgili oluşan bu ortamın özellikle adaylıklar konusunda kaçırılmayacak fırsatlar doğurduğu konuşuluyor.
***
Partide adı sanı duyulmayan ve bilinmeyen, parti binasından yolu geçmemiş, sol ideoloji ile yan yana gelmesi mümkün olmayan isimlerin Parti Meclisi üyesi, belediye başkanı ve milletvekili olma hayallerini bugünden kurmaları ve kendilerini o görevlere yakıştırma cesareti bulmalarını sağlayan da, oluşan bu düşünce ortamının benimsendiğini gösteriyor...
ÇIPLAK GERÇEĞİ KİMSE GÖRMEK İSTEMEZ...
19. yüzyıl efsanesine göre gerçek ve yalan bir gün buluşurlar. Yalan doğru söyler ve
"Bugün hava çok güzel" der.
Gerçek, onun etrafına bakar ve gözlerini gökyüzüne kaldırır. Gün gerçekten çok güzeldir. Bir kuyunun önüne gelene kadar birlikte çok zaman geçirirler.
***
Yalan doğru söyler:
"Su çok güzel, birlikte banyo yapalım!"
Gerçek bir kez daha şüpheci bir şekilde suya dokunur, su gerçekten çok güzeldir. Soyunur ve yüzmeye başlarlar.
***
Yalan bir anda sudan çıkar, gerçeğin kıyafetlerini giyerek kaçıp kayıplara karışır.
Kızgın gerçek kuyudan çıkar, yalanı bulmak ve kıyafetlerini geri almak için her yere gider.
Dünyada çıplak gerçeği görenler onu hor görmekte ve öfkeyle bakmaktadır.
Zavallı gerçek kuyuya geri döner ve sonsuza dek ortadan kaybolur.
***
O zamandan beri yalan, dünyanın her yerinde gerçek gibi giyinmiş ve içimizde yaşamaktadır.
Dünya ise hiçbir şekilde çıplak gerçeği görmek istememektedir.
İKTİSATTA FAYDA MALİYET ANALİZİ DİYE BİR ŞEY VAR...
İktisatta “Fayda Maliyet Analizi” diye bir yöntem var.
Bir yatırımın veya kararın faydalarının, maliyetlerinden fazla olup olmadığının tespitini sağlayan bir yöntem bu.
Bu analiz özellikle kamu yatırımları ve projelerinde karar almak için kullanılması gereken bir analiz yöntemi.
***
Şöyle ki; düşünülen bir yatırım veya projede, 5 kuruşluk fayda için 15 kuruşluk geri gelmesi mümkün olmayan zarar meydana gelecekse, kamu bu yatırım ve projeden vazgeçmelidir...
İşte, yatırım ve projelerin faydadan çok telafisi mümkün olmayan zararlara yol açacağını önceden hesaplayan “Fayda Maliyet Analizi” yöntemine kamunun çok da ihtiyaç duymadığına biz, ardı ardına verilen maden arama ruhsatlarından biliyoruz...
***
Toprağın altından siyanürle çıkartılacak, bölgenin suyunu tüketecek, çoğu yurt dışına gidecek ama arkasında yok edilmiş bir çevre ve yaşam bırakacak olan madenlerin, 5 kuruşluk fayda karşılığında 15 kuruşluk zararı ile karşı karşıyayız...
***
Kamunun, doğacak bu zararı bugünden öngörecek “Fayda Maliyet Analizini” yapmadan siyanürlü maden arama ruhsatları vermesi kadar vahim olan bir başka mesele de; vahşi maden aramaya bir avuç doğasever dışında şehirde bunu konuşanların bile bulunmayışı olsa gerek...