“Ana başa taç imiş. Her derde ilaç imiş. Kişi Pir olsa da, Anaya muhtaç imiş.”
Annelik nedir diye sorsalar, hiç düşünmeden “başkası için yaşamaktır” derim. Üstelik
kim olduğunu, nasıl birisi olacağını bilmeden, onun için yorulmak, direnmek, kendi
için yaşamaktan vaz geçerek her şeyiyle onu yaşatmaya çalışmaktır. Bu bir, “misafir”
ağırlama sanatıdır. Kendine emanet edilen “Tanrı misafirine” sabırla, bıkmadan,
yorulmadan, kırılmadan hizmet etme sanatının adı, analıktır.
Büyüdükçe nasıl birisi olacak diye merak içinde geçecek uzun yılların başındaki
anneye gerçekten çok iş düşecektir. Belki de çeyrek asrı aşacak bu bekleyişin
sonunda eline dünya malı geçmeyecektir. Bir annenin kızı erken doğum yaptığı için
çok büyük sorunlar yaşamaktadır. Erken doğan, kendi evladı gibi özellikle de çok
erken doğan prematüre bebekler, genellikle karmaşık tıbbi problemlere sahip oluyor.
Önce çocuğun kalp problemi yaşadığı ve kalp ameliyatı olması gerektiği söylenir. Bu
çocuk yaşamaz dedikleri halde kalp ameliyatından sağ çıkan bebek, 6 ay sonra beyin
ameliyatı girer. Genç anne onun yaşama tutunması için elindeki olanakların tümünü
kullanır ve çocuk iki yaşına geldiğinde bir gece yüksek ateşle hastaneye kaldırılır.
Zatürre teşhisiyle tedaviye alınır ve tedavi başarıyla sonuçlanır. Yaşam devam eder.
Sevgi dolu bir anneden başkası, yavrusu için bir ömür feda edebilir mi? Ya da böyle
bir fedakarlığa, “anneden başka kim talip olabilir, kim katlanabilir. Çocuğa bakmak,
onu beslemek analık değildir, analık bir farklı boyutta ele alınmalıdır. Tarihte Hz.
Süleyman’a atfedilen bir öykü vardır. Hz. Süleyman’ın huzuruna iki kadın çıkarılır.
İki kadında bir bebeğe sahip çıkarlar. Her iki annenin de bebeğin kendisinin olduğunu
iddia etmesi üzerine, Süleyman: “Bebeği iki parçaya ayırın ve paylaştırın” kararını
verir. Bu kararın üzerine, gerçek anne evladından vaz geçer. Bu çocuğunun yaşaması
için tüm fedakarlığı göze almanın boyutudur. Bakıcı elindeki olanakları kullanır, anne
ise olanak yaratır, kendisi aleyhine olsada.