Kafalara iyice kazınması için her alanda, her mecrada Cumhuriyetin değerini bıkmadan usanmadan söylemek ve yazıp çizmek lazım. Bir din-tarım toplumundan bir endüstri ürünü olan Cumhuriyete geçebilmek için “sanayi” yerine “eğitimi” aracı olarak kullanmak hiç kolay olmadı. Bu itici gücün dinamosu olarak geçen hafta açılışının 84. yılını kutladığımız “Köy Enstitüleri” seçildi. Enstitüler olmasaydı köy çocuklarının gidecekleri okulu yoktu, olsa bile ailelerinin okutabilecek gücü yoktu. Onlar sıradan okullar değillerdi. Bilimsel araştırmanın, sanatın, eğitimin merkezi, teorinin pratiğe döküldüğü yerlerdi. Ancak Köy Enstitülerini fazla yaşatmadılar. Onları kapatıp yerlerine İmam Hatip okullarını açtılar. Cumhuriyeti, devrimlerini ve çağdaşlığı özümseyememiş kara zihniyet toplumun sürü olmaktan kurtulmasını, kulluktan çıkıp yurttaş olmasını bugün de istemiyor. Cumhuriyet devrimlerinin en büyüğü olan “Eğitimde Birlik” yasasını hiçe sayarak laik, çağdaş, bilimsel eğitim sisteminin yerine eğitimin dinselleştirmesi çabalarına tanık oluyoruz…
Aslında bu kavga bin yıldır, Gazali (1058-1111) ile İbni Rüşd’ün (1125-1198) tartışmasından beri sürüyor, yeni bir kavga değil. Osmanlı İmparatorluğu döneminde 15. Yüzyılda Fatih Sultan Mehmet zamanında makus talihimizi yenmek adına bir fırsat daha doğduğu söylenir. O dönemde ulema ve dönem bilginlerinin katıldığı felsefi tartışmaların yapıldığı biliniyor. O tartışmaların birinde imparatorluğun Platon ve Aristoteles’in izinden gittiklerini varsaydığı Farabi ve İbni Sina’yı kendisine hedef seçerek onların felsefi düşüncelerine karşı çıkıp, saldırgan bir tutum izleyen Gazali’yi mi yoksa kendi dönemin ilerici filozofu, Aristoteles’in en büyük yorumcusu, İbni Rüşd’ü mü takip etmelerinin daha doğru olacağı ulemaya sorulur. Ulemanın yanıtı doğal olarak İslam’da içtihat (yorumlama, yeni kural koyma) kapısını kapatarak, ümmeti soru soran ve eleştiren değil, itaat eden, boyun eğen bir topluluk olarak tanımlayan Gazali’den yana olmuştur. Hoş Fatih Sultan Mehmed’in tavrının da bir yönetici olarak benzer olacağı açıktır. Ortaçağ’da dinlerin her zaman devlet yönetimlerinin yanında kolaylaştırıcı rol oynadıkları bilinen bir gerçekliktir. Günümüzde Diyanetin üstlendiği görevde de herhangi bir değişiklik olmamış tutum aynen sürdürülmektedir…