Her yılbaşında adet olduğu üzere heyecan içinde yeni yılı karşılama hazırlıkları yapılır, yakınlarla sağlık, mutluluk dilekleri paylaşılır en önemlisi yeni yıla umut dolu duygularla girilir.
Bu yılbaşında ise ruh halimiz ne yazık ki geçmiş yıllardan çok farklı oldu.
Yeni yılın ilk dakikalarından itibaren açıklanan yaşamın her alanını kapsayan ‘zam yağmurundan’ sonra adeta çarpılmış haldeyiz.
Ay sonunda karşılaşacağımız faturalar bugünden kabusumuz olmuş durumda.

Böylesine belirsiz ve sorunların sürekli olarak arttığı bir ortamda “İlgimizi biraz da başka konulara yöneltmek iyi gelebilir” düşüncesiyle keyifle izlediğim bir film ve beni etkileyen iki kitaptan bahsedeceğim.
İlk olarak Netflix platformunda bir süreden beri en çok izlenen filmler arasında yer alan Don’t Look Up (Yukarı Bakma) filmiyle başlayayım.
Filmde, dünyaya yaklaşmakta olan bir kuyruklu yıldızın dünyaya çarparak yok etme olasılığından yola çıkılarak anlatılan olaylarda kapitalizmin dünyanın geleceğini nasıl esir aldığı, iletişim alanındaki büyük şirketlerin dünyaya nasıl egemen olduğu, siyasilerin bu şirketlerin elinde nasıl oyuncak olduklarına dikkat çekiliyor.
Siyasilerin kendi çıkarları gereği insanların geleceğini hiçe sayarak neler yapabilecekleri gösteriliyor.
Medya kısmı da çok güzel anlatılmış.
Televizyon kanallarının daha çok izlenme uğruna gerçekleri nasıl saptırdıkları ve sorumlu habercilikten uzaklaştıkları tüm açıklığıyla ortaya konuluyor.
Filmin en önemli vurgusu ise çarpma tehlikesinin toplum psikolojisi bakımından yarattığı sonuçlarda görülüyor.
Kuyruklu yıldız çarpma tehdidine karşı toplumun bir kısmı iktidara körü körüne inanıyor ve “Yukarı Bakma” sloganının arkasından gidiyor.
Siyasilerin “Yalan satma stratejisi” toplumun önemli bir kesimini ikna etmeyi başarıyor.
Bilim insanlarının dediklerine inanan “Yukarı Bak” sloganıyla gerçeğin peşine düşenler ise çözüm için bir şeyler yapılmasının mücadelesini veriyor.
Özetle halk ikiye ayrılıyor: “Gerçeğin peşinde olanlar” ve “Görmezden gelenler”.
Toplumların geleceğinin “Yukarı bakmak” ya da “bakmamak” tercihi ile belirlendiği ise elbette ki yadsınamaz bir gerçeklik. 

Üzerinde durmak istediğim kitaplardan ilki Demet Cengiz’in yazdığı “Adımı Deniz Koydular” kitabı.
İnkilap Yayınevinden çıkan kitap için yazarı “Bu bir anneli öksüzler, babalı yetimler romanıdır” şeklinde tanımlıyor.
Gerçek yaşam hikayelerinden esinlenilerek yazılmış iç içe geçmiş iki ayrı öykü Türkiye’de ve dünyada yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeler eşliğinde anlatılıyor.
Biri doğuda biri batıda geçen iki aile içi sevgisizlik öyküsünde aslında ‘Boynumuza asılan kaderlerimiz’ sorgulanıyor.
Bir kardelen (ÇYDD bursiyeri) olan Deniz Yıldız’ın Türkan Saylan’ın dokunuşu ile tamamıyla değişen yaşamına tanıklık ediliyor.

Sözünü edeceğim ve beni gerçekten çok heyecanlandıran diğer eser ise Dilek Livaneli’nin Bir Öğretmenin kaleminden ilham veren başarı hikayesi olan “Bir Dilek Yetmez” başlıklı kitabı.
Kitapta eğitimin Nobeli’ne aday gösterilen, dünyanın en iyi öğretmenleri listesine adını yazdıran ilk Türk olan Dilek Livaneli’nin Samsun’a 70 km uzaklıktaki bir köy okulunda yarattığı başarıları kendi kaleminden aktarılıyor.
Sadece öğrencileri için değil onların aileleri ve köy halkı için yaptığı çalışmalardan dolayı Avrupa Parlamentosu Uluslararası lider kadın ödülüne sahip olan yazar, “Başarının kelimenin tam anlamıyla söke söke alındığı bir yaşamın” öyküsünü anlatıyor.
ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel’in kitabın önsözünde belirttiği gibi “Dilek öğretmen, bu ülkenin bütün kız çocukları için mükemmel bir rol model” olarak bizleri gururlandırıyor.
Umutsuzluğu yok sayan kimliği ile Dilek öğretmen bu sıralarda Türkiye’de “Bir Dilek Yetmez” hareketini devam ettiriyor, yurtdışındaki dünya çocukları ile de “Dünya Vatandaşlığı” çalışmalarını yürütüyor.

Yeni yılda hepimizin “Yukarı bakması” umuduyla…