Etrafımıza bakıp da ‘bir tane bile güzel bir haber yok mu’ diyoruz.

Ayasofya Camiinde Cumhurbaşkanının da katıldığı törende imamın Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef alarak lanet okuduğu ifadeler içimizi acıtmaya devam ediyor.
Böylesine yaralayıcı ve toplumun önemli bir kesiminin çok büyük tepki gösterdiği bir olayın sorumlusu olan imamla ilgili kamu yönetimi tarafından bugüne dek hiç bir işlem yapılmaması ise çok daha büyük bir üzüntü kaynağı olmayı sürdürüyor ve arkasında hangi güçler olduğu sorusunu akla getiriyor.
Son dönemde çeşitli ortamlarda sıklıkla tekrarlanan Atatürk düşmanlığı gösterisi bu kez ne yazık ki siyasetin asla sokulmaması gereken yer olan camide sergilendi.
… 
Üzücü haberler bitmiyor demiştik ya dikkat çeken başka bir açıklama iktidar Partisinin Mersin’in Akdeniz İlçesi Belediye Başkanınından geldi.
Belediye Başkanı altı çocuk babası inşaat işçisinin intihar etmesini değerlendirirken “En fakir insan, en zavallı insan intihar eder mi ya! O zaman milletin yarısının intihar etmesi gerek. Fakirlik, borçlu olmak intihar sebebi midir” ifadelerini kullandı.
En hafif deyimiyle talihsiz sayılabilecek ifadelerin ‘Ülkemizdeki insanların yarısının ekonomik durumunun kötü olduğunu’ itiraf etmesi kısmını bir tarafa bırakıyorum.
“Fakirlik, intihar sebebi midir” diyen başkana basına yansıyan bir kaç örneği anımsatmak gerekli.
İzmir’de son 3 ayda 2 kahveci esnafı geçinemediği için, Ankara’da da medikal ürünlerin satışını yapan bir esnaf borçları nedeniyle intihar etti.
Son günlerde ne yazık ki uzun süredir işsiz olan ‘müzisyenlerden’ de bu yolu seçenler oldu.
Fakirlik, borçlanma, geçinememe sonucunda yaşanan çaresizlikler çok önemli bireysel ve toplumsal sorunlara yol açmaya devam ediyor. 
Pandemi ile birlikte daha da artan yokluk ve yoksulluk milyonlarca kişinin adeta ‘hayatta kalma mücadelesine’ dönüşmüş durumda. 

Örnekler saymakla bitmeyecek kadar çok.
Yıllar içinde artan intihar olayları ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için CHP Bilim Platformunun araştırmasına bakmak yeterli.
Araştırmada 2002-2019 yılları arasında 53 binin üzerinde yurttaşın  intihar ederek yaşamına son verdiği, beş bine yakının da nedeninin resmi kayıtlara “geçim sıkıntısı” olarak geçirildiği belirtiliyor.
Ayrıca rapordan öğrendiğimize göre TÜİK 2016 yılına kadar ayrı verilen “intihar istatistiklerini” 2017 yılından itibaren “veri sansürü” uygulayarak “ölüm istatistikleri” kapsamında açıklamaya başladı.

İntihar vakaları, iktidar kanadından yapılan açıklamalarda “kişinin psikolojik sorunlarına” bağlanarak meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Yaşamına son veren kişiyi o noktaya kadar yönelten olaylar, toplumsal sorunlar, maddi ve çevresel koşullar hiç bir şekilde dikkate alınmıyor.
Oysa ki kamunun ilgili birimleri tarafından son dönemde artış gösteren intihar olayları tüm boyutlarıyla bilimsel bir anlayışla araştırılmalı.
Diğer yandan, kadın cinayetleriyle ilgili yorumlara koşut bir şekilde “intiharlar politiktir” yaklaşımında bulunan çevrelerin görüşlerinde önemli ölçüde haklılık payı olduğunu da göz ardı etmemek gerekli.
İntiharların büyük çoğunluğunun ekonomik sorunlar ele alınmadan çözülmesinin mümkün olmadığı ortada.
“Yemekhane kartımda para kalmamış sadece 1 liram var” notunu düşen üniversite öğrencisi Sibel’in intiharını ekonomik ortamı ihmal ederek anlayabilmenin imkanı var mı?
Avucuna ‘İş, aş’ yazarak yaşamına son veren işsiz vatandaşın canına kıymasını sıradan bir vaka olarak görmek mümkün mü? 

Geçtiğimiz yazılardan birinde sokak ropörtajında görüşü alınan bir vatandaşın “Bir canım var o da başıma bela” dediğini yazmıştım.
İnsanların en değerli varlığı olan yaşamı ile ilgili böylesine umutsuz bir noktaya gelmesi gerçekten de çok üzücü.
Ülkeyi yönetenler, ekonomik çaresizlik döngüsü içinde yaşayan milyonlarca kişiye sahip çıkmalı. 
Özetle devlet, devlet olmanın gereğini yapmalı.
Bu ülkede intiharlar olmamalı.
‘Yoksulluk’ nedeniyle ise hiç olmamalı.