Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığı'na geçen hafta  atanan Prof. Dr. Erol Özvar  görevine başlamış ve ilk açıklamasını basına yapmıştır: "Akademik performans odaklı idare anlayışının yanı sıra hiç şüphesiz yükseköğretim kurumlarının üzerine düşen eğitim-öğretimde kalitenin artırılması, araştırma geliştirme faaliyetlerinin en yüksek düzeye çıkması ve bilhassa üniversite-sanayi iş birliği konusunda YÖK olarak üzerimize düşen rehberlik, yön gösterme ve diğer çalışmaları elimizden geldiği en iyi şekilde yerine getirmeye çalışacağız."

Sayın Başkan iki önemli noktaya dikkat çekmiştir. Bunlar; “akademik performans odaklı idare” ve “eğitim-öğretimde kalitenin artırılması” dır. Üniversitelerimizin dünya sıralamalarında  üst sıralara çıkabilmesi için  öğretim üyelerinin akademik performansı  önemlidir.  11’nci Kalkınma Planı  hedefleri arasında ekonomik hedeflerin yanında çok önemli bir hedefi daha vardır: “Dünya akademik başarı sıralamaları 2023 itibariyle Türkiye’den en az 2 üniversitenin ilk 100’e ve en az 5 üniversitenin de ilk 500’e girmesi sağlanacak.”   Eski bir DPT mensubu olarak açıklamamda hiçbir  sakınca yoktur. Bu hedefe ulaşılması  artık bir hayaldir. 
ODTÜ Enformatik Enstitüsü (URAP) Başkanı Prof. Dr. Ural Akbulut’un  Türk üniversitelerinin  dünya genel sıralamalarındaki durumu  hakkındaki yorumu  dikkate alınmalıdır:  “… son 4-5 yılda çok sayıda üniversitemizin sıralamalardaki yükselme hızı düştü. Bazı üniversitelerimiz ise gerilemeye başladı. Bunun nedenleri, yayın sayılarımızın diğer ülkeler kadar hızlı artmayışı ve saygın dergilere yönelmek yerine etki değeri en düşük dergilere yönelmiş olmamızdır. Üniversitelerimizin bilimsel makale sayısı 2010’dan bu yana sürekli arttı. Ancak bu artış sırasında, etki değeri en yüksek dergilerde çıkan makalelerin sayısı artırılamadığı için ilk 500’deki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır.“  (http://tr.urapcenter.org)
Prof. Akbulut “ilk beşyüzdeki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır” diyerek  önemli bir tespitte bulunmuştur. Eğer vakıf ve devlet üniversitelerinde profesör atamalarında; 
Dosyanın Daha Düzenli Olması,
Taşınır Bellek,
Adayın Genç Olması,
Adayın Dinamik Olması,
Adayın Yaşı,
Adayın Lisans ve Yüksek Lisans Programında Ders Vermesi,
Alanında Yetkin Olması,
Profesörlük Kadrosuna Atama Kriterlerini Fazlasıyla Taşıması,
Şartları Fazlası ile Sağlaması
gibi YÖK mevzuatında olmayan hukuk dışı  kriterler esas alınarak profesör  ataması  yapılırsa, Türk üniversiteleri değil ilk 500’e  ilk 2,500’e bile giremez. İki yıl sonra da Türkiye’den en az 2 üniversitenin ilk 100’e ve en az 5 üniversitenin de ilk 500’e girme hedefi de  gerçekleşemez. 
Yukarıdaki 9 kriter bir “vakıf” üniversitesinde profesör atamasında esas alınmış,  YÖK  bu kriterlerin profesör atamasında kullanılmasını uygun bulmuştur. Açıkçası YÖK bu ilginç ve komik kriterlerle yapılan atamaya ses çıkarmamıştır. Bu  kriterlerin   uluslararasında bilimsel değeri yoktur. URAP Başkanı Prof. Akbulut bunun sebebini şöyle açıklamaktadır: “Ancak bu artış sırasında, etki değeri en yüksek dergilerde çıkan makalelerin sayısı artırılamadığı için ilk 500’deki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır.“   
Eğer profesör olacak aday “genç, dinamik ve yetkin”  olursa profesör ataması yapılacak, değilse atanmayacaktır. Sanki üniversiteye olimpiyatlarda Usain Bolt gibi 100 metre koşacak atlet alınacak? Adayın bilimselliği  ve yayınlarına yapılan atıflar hiç önemli  olmayacak!  
Bu atama yargıya intikal edince, yargı tarafından belirlenen bilirkişi heyeti de bu kriterleri görmezden gelerek  YÖK mevzuatına aykırı bir şekilde yapılan atamayı hukuka uygun bulmuştur. Bu garip durum, Türk üniversitelerinde “bilimsel” çalışmalar yerine “filimsel” çalışmalara önem verildiğinin çok açık bir  göstergesidir. 
Atanan  öğretim  üyesinin  yayınlarının hiçbiri açılan kadronun “bilim” alanından  olmayıp   atanan adayın  doçent unvanını aldıktan sonra en az beş yıl “açık bulunan profesörlük kadrosu ile ilgili bilim alanında”  yayın yapma zorunluluğu da  nedense göz ardı edilmiştir. YÖK bu  tasarrufta bulunan üniversite yetkililerini sorgulamamıştır. Bu durumda 11. Plan hedefine nasıl ulaşılacaktır?
Bu süreçte emsal kararlara da uyulmamıştır. 
Emsal karar, daha önce verilmiş  mahkeme kararının, benzer bir hukuki uyuşmazlıkta uygulanabilme olanağıdır. Emsal kararın bu özelliği nedeniyle; karar aşamasına gelmemiş bir davada taraflar, kendi lehlerine karar verilmesi için benzer davalarda daha önce verilen ve kendi lehine olan kararları örnek olarak mahkemeye sunarak haklı olduklarını açıklarlar: “… usulüne uygun oluşturulmayan jüri değerlendirilmesine dayanılarak tesis edilen dava konusu işlemlerin hukuka uygun olduğunun kabulüne imkan bulunmamaktadır.” (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, E. 1990/744, K. 1991/41, K.t. 11.10.1991)  
Jüri üyelerinin başvuran adaylarla “aynı BİLİM ve sanat alanından” olması gerekirken, bu konuda verilmiş yargı kararları olmasına  rağmen  buna  uyulmamıştır. (http://dergipark.gov.tr/auhfd/issue/42474/511646) YÖK  Denetleme Kurulu’nun 11 Nisan 2019 tarihli Akademik Kadro İlanlarında Aranan Ek Koşullara İlişkin Bilgi Notu da  yok sayılmıştır.  (https://denetleme.yok.gov.tr/yayinlar-raporlar/bilgi-notlari) 
Türk üniversitelerinin uluslararasında üst sıralara çıkabilmesinde en önemli faktör olan  “atıflara”  önem verilmemesi kabul edilemez. “… ilan edilen kadronun BİLİM veya sanat alanı ile ilgili en az beş profesör” ilkesinin dışında  jüri  belirlenmesi durumunda  Türk üniversitelerinden ikisinin  2023 yılında dünyanın  ilk 100 üniversitesi arasına  girmesi   bir hayaldir.  
Times Higher Education (THE)  tarafından hazırlanan dünya üniversiteleri  sıralamasında Oxford’un birinci, Cambridge’in  ikinci, Stanford’un   üçüncü olmasının en önemli  sebebi yayınlarına yapılan atıflardır. Türk  üniversitelerinin başarılarında  önemli faktörlerden birinin bu üniversitelerin  öğretim üyelerinin  yayınlarına yapılan “atıflar” olduğu   YÖK tarafından görmezden gelinirse, sayın Başkan’ın “akademik performans odaklı idare” ve “ eğitim-öğretimde kalitenin artırılması” tespiti suya yazılan yazı olmaktan öteye geçemez.
ODTÜ  University Ranking by Academic Performance (URAP) Laboratuvarı’na  göre HACETTEPE, ODTÜ ve KOÇ, 11 sıralama kuruluşunun hazırladığı “Dünyanın En İyi İlk 500 Üniversitesi” listelerinden 3’üne girerek Türkiye’de en yüksek başarıyı gösteren üniversiteler olmuştur. Bunun en önemli sebeplerinden biri, adı geçen üniversitelerdeki öğretim üyelerinin akademik başarısıdır.

URAP;    11 sıralama kuruluşu arasında bulunan ARWU, CWUR, LEIDEN, NTU, QS, RUR, SCIMAGO, THE, USNEWS ve WEBOMETRICS’i esas alarak bir çalışma yapmıştır.  Türkiye’deki 203 üniversitenin dünya sıralamaları şöyledir: 2020 yılında  “Dünyanın En İyi İlk 500 Üniversitesi” sıralamasında 9 Türk üniversitesi  bulunmaktadır: HACETTEPE, ODTÜ ve  KOÇ ilk üçtedir.  

HACETTEPE Üniversitesi, RUR listesine 378, LEIDEN’da 455 ve URAP’ta 500’ncüdür.  ODTÜ, WEBOMETRICS’te 416, RUR’da 454, US NEWS’de 453’ncüdür.  KOÇ Üniversitesi THE’ye 450, RUR’a 448, QS’e 465’nci sıradan girmiştir. 11 uluslararsı  kuruluştan  ikisinin listesinde ilk 500’e giren 4 üniversite  vardır: İTÜ (RUR 449,  USNEWS 486), BOĞAZİÇİ  (US NEWS 197,  RUR 425), BİLKENT  (RUR 385,  SCIMAGO 494) ve İSTANBUL  (LEIDEN 355,  ARWU 450).  En iyi 500 listesinden birine giren üniversiteler ise SABANCI (RUR 344) ve ÇANKAYA (THE 450) olmuştur. 
THE editörü Phil Baty’nin değerlendirmesi dikkat çekicidir: “Maalesef, Doğu Avrupa’daki ve Ortadoğu’daki komşu ülkeler gibi, Türkiye’deki üniversitelerden hiçbiri tabloya dahil değil.” (https://www.timeshighereducation.com/world-university-rankings/2019/world-ranking#!/page/0/length/-1/sort_by/rank/sort_order/asc/cols/stats) Baty, Türkiye’nin sıralamada yaşadığı düşüşün hayal kırıklığı yarattığını şöyle açıklamıştır: “Asya ülkeleri masaya oturmaya devam ederken, Türkiye’nin Dünya Üniversiteleri Sıralamalarında düşüş yaşaması hayal kırıklığı yaratıyor. Sonuçlar, yüksek öğretim sektöründe artan küresel rekabeti yansıtıyor; bununla birlikte, Türkiye’nin akademik özgürlüğü konusundaki endişeleri, ülkenin gelecekteki performansına zarar verebilir.”  
Baty  haklıdır. YÖK eğer liyakata önem veriyorsa atmalarda   yayınlara yapılan atıfları  ön plana çıkarmak  zorundadır. Aksi halde 2023 hedeflerine ulaşmak, Mars’a ulaşmaktan çok daha zordur.  (https://www.turkishnews.com/tr/content/wp-admin/post.php?post=719727&action=edit) 11. Plan Hedefi: “561.1. Dünya akademik başarı sıralamalarında 2023 yılı itibarıyla en az 2 üniversitemizin ilk 100’e ve en az 5 üniversitemizin de ilk 500’e girmesi sağlanacaktır.” Bu hedefe ulaşmanın güzel bir hayal olduğunu eski  bir DPT mensubu olarak açıklamak görevimdir.
Uygulamadan bir örnek vermek istiyorum. Bir vakıf üniversitesinde  aday X’in yayınlarına yapılan atıflar 1850  iken, Y adayının  yayınlarına yapılan atıflar   413’tür.  Aradaki fark   1,437’tür.  4 bilim jüri üyelerinin  yayınlarına yapılan atıflar  ise 394,  289, 255 ve 16’dır. Toplamı 954.  Fark: 1850-954 = 896’dır. Bir jüri üyesi iktisatçı değil, maliyeci olduğundan değerlendirmeye alınmamıştır. 
Adaylar arasında  bu kadar fark varken  fark yiyen  adayın atanması,  YÖK’ün liyakata önem vermediğinin  göstergesidir. 
Bu anlayışın, yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar’ın “akademik performans” odaklı idare ile eğitim-öğretimde “kalitenin artırılmasına” önem vermesiyle düzeleceğini ümit ederim. Aksi halde Türk üniversitelerinin dünya sırlamalarında değil 2023 yılında, 2033 yılında bile ilk 100 ve  ilk 500  hedeflerine ulaşması imkansızdır.
Times Higher Education (THE) 2021 dünya üniversite sıralamaları sonuçlarına göre 93 ülkeden 1.500'den fazla üniversiteyi içeren  sıralamada Türkiye'den 43 üniversite girebilmiş, ilk 500'de  ÇANKAYA ve KOÇ Üniversitesi  yer almıştır. İlk 10 üniversite arasında HACETTEPE, SABANCI,  BİLKENT,  BOĞAZİÇİ,  ÖZYEĞİN, DOĞU AKDENİZ,  (KKTC) İSTANBUL VE İSTANBUL TEKNİK Üniversitesi  gelmektedir. (Times Higher Education World University Rankings, https://www.timeshighereducation.com/world-university-rankings/2021/world-ranking#!/page/0/length/25/sort_by/rank/sort_order/asc/cols/stats)
THE sıralamaları yaparken; öğretim kurumunun öğretim, araştırma, bilgi transferi ve uluslararası bakış gibi dört alan üzerinden 13 performans göstergesini göz önünde bulundurmaktadır. 2021 Dünya Üniversite Sıralamalarında  birinci sırada İngiliz OXFORD Üniversitesi yer alırken, ABD'deki STANFORD  ikinci, HARVARD  üçüncü, CALIFORNIA TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ dördüncü ve MASSACHUSETTS TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ (MIT)  beşinci olmuştur.
Sayın YÖK Başkanının “eğitim-öğretimde kalitenin artırılması” dileği önemlidir. Fakat bunun için üniversitelerin intihaller konusunda da bir ilke kararı alarak yargı kararı ile intihal yaptığı belirlenmiş öğretim üyelerinin aftan yararlanarak tekrar üniversitelerde görev almalarının  önüne geçilmesi gerekir. Bu konuda Anadolu’daki bir üniversitede yaşanmış bir olayı YÖK görmezden gelmiştir. 
İntihalci öğretim üyesinin intihal yaptığının Ankara 14. İdare Mahkemesi’nin 07.03.2012 gün ve 2010/1192, 2012/254 sayılı ve 7 Nisan 2012 tarihli kararında intihal fiilinin işlendiği şöyle tespit edilmiştir: “Şu halde davacının mezkur eserinde intihal yapıldığı hususunda emarenin mevcut olmadığından söz edilemez. Dolayısıyla davalı tarafından yazılan yazı görünüşteki gerçeğe uygundur. görünüşteki gerçeğe uygun olan bir yazı nedeni ile yazan kişi aleyhine manevi tazminata hükmetmek mümkün olamayacağından… dava red edilmiştir.” 
Karar temyiz edilmiş, Yargıtay Mahkeme’nin kararını onaylamış ve karar “muhkem kaziye” haline gelmiştir. Buna rağmen bu kişi Anadolu’daki saygın bir üniversitemizde İktisat Bölüm Başkanlığına getirilmiştir. Bu intihal olayı tarafımdan  ICQH 2015’te yazılı ve sözlü olarak  açıklanmış idi.


YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan göreve başlar başlamaz intihallerin af edilmeyeceğini açıklayarak, intihalcilere göz yumulmayacağının sinyalini vermiştir ama döneminde YÖK üniversitelerdeki bilimsel hırsızlıklar konusunda etkin bir tavır sergileyememiştir (Karluk, 2009a, 2009b, 2009c). Bu durum yeni dönemde de devam ederse, “eğitim-öğretimde kalitenin artırılması” mümkün olmaz. 
İntihal yapan ve bu durumu yargı kararı ile kesinleşen birinin önemli bir devlet üniversitesinde “İktisat Bölüm Başkanı” olmasına bu dönemde göz yumulmayacağını ümit etmekteyim. Çünkü, aksi halde “eğitim-öğretimde kalitenin artırılması” mümkün olmaz. İntihal yaptığı kesin olan bir öğretim üyesinin suçunu örtmek için “intihal yoktur” şeklinde rapor verenler  üniversite dışına çıkarılmadığı sürece, Türkiye’de bilimsel hırsızlıkların önüne geçmekte mümkün olmaz.
(https://www.turkishnews.com/tr/content/2021/08/01/yok-baskani-ozvar-egitim-ogretimde-kalite-artirilacak-akademik-performansa-onem-verilecek/)