Başımızdaki korona sorunu yetmezmiş gibi ne yazık ki her yeni güne başka bir toplumsal krizle başlıyoruz.
Son dönemlerde hiç bir konu hukuk devletinde olması gerektiği yaşanmadığı için olanları kavramakta büyük bir güçlük yaşıyoruz.
Boşandığı eşini çocuklarının gözü önünde öldürten bir kadın katili ve daha bir çok suçtan hüküm giydiği halde “adrese teslim afla tahliye edilen bir mafya temsilcisinin” yaptıklarını konuşmak durumunda kalıyoruz.
Yaşadığımız süreçte adeta mafya hukukunun egemen kılınmaya çalışıldığına tanık oluyoruz.
Yukarıda bahsettiğim kişi büyük bir rahatlıkla CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu hakkında hakaretten öte tehdit içeren ifadeler kullanıyor. 
Diğer yandan çok ciddi suç içeren ifadeleri hakkında o kişiye şu ana kadar herhangi bir soruşturma açılmadı.
Konunun muhatabı olan,
Adalet Bakanlığı 
İçişleri Bakanlığı yetkilileri sessizliğini koruyor.
Çeşitli çevrelerden defalarca çağrı yapılmasına karşın savcılar görevini yapmıyor, hukuki süreç işletilmiyor.
Saray ve çevresinden de böylesine önemli bir gelişme karşısında henüz bir yorum gelmemesi gerçekten de çok ilginç bir durum.
Bir mafya lideri ortalıkta istediği gibi kurucusu büyük önder Atatürk olan milli mücadelenin kurumsal önderliğini yapan CHP’nin lideri hakkında tehditler savurmaya devam ediyor. 
Kendisinin talimatla hapisten çıkmasını sağlayan MHP lideri ise bir hukuk devletinde kabul edilemeyecek şekilde haddini aşan ifadeleri kullanan mafya temsilcisi hakkında övgüler düzmeye devam ediyor.
Bu arada “suçluyu övme suçu” da işleniyor.

Oysa ki bir kaç gün önce Adalet Bakanı hakimler ve savcılara seslenirken,
“Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” demişti.
Yönetimdeki en üst mertebeden de yine çok kısa bir süre önce “hukuk reformu”, “yargı reformu” gibi kulağa çok hoş gelen ancak yargı sistemini iyileştirmeyle ilgili gerekli adımların bir türlü atılmadığı açıklamalar gelmişti.
Ortalıkta uçuşan tehditler karşısında yaşanan sessizliğe bakılınca, 
Hakim ve savcılara “Hiç kimsenin talimatına, telkinine bakarak değil, dosyaya bakarak vicdanınıza göre karar verin, 83 milyon geleceğe daha güvenle baksın” diyen Adalet Bakanı’nın inandırıcılığından söz etmek mümkün mü? 
Hukuk düzeninin yok edildiği, temel insan haklarının askıya alındığı bir ülkede adalete güvenin sadece sözlü açıklamalarla sağlanamayacağını örnekleriyle yaşamaya devam ediyoruz.

Hukuk devletinin olmazsa olmaz kuralı çiğneniyor, en üst mahkeme olan Anayasa Mahkemesinin kararları uygulanmıyor.
İktidar çevreleri olanları seyrediyor.
İfade özgürlüğü keyfi biçimde yorumlanıyor.
Öyle ki cumhurbaşkanının eşinin taşıdığı çanta için “güzel vasıf atfetmeyerek hakaret” suçu işlediği iddia edilen bir gazeteci ile ilgili dava açılıyor.
Hakkında hüküm verilmediği halde tutukluluk bir ceza yöntemine dönüştüğü için insanlar yıllardır cezaevlerinde haksız yere tutuluyor.
Basın özgürlüğünden söz etmek mümkün değil.
Gazeteciler görevlerini yaptıkları için düşünce suçlusu olarak hapislerde sürünüyor.
Kötü muamele, işkence ile ilgili iddialar uluslararası raporlarda sürekli olarak yer alıyor. 
Cumhuriyet Gazetesi belgeli haber yayınladığı halde yapılan haberler mevcut yönetimin hoşuna gitmediği için Basın İlan Kurumu gazeteye keyfi olarak 45 gün resmi ilan kısıtlaması uyguluyor.
Kanun hükmünde kararnamelerle binlerce insan haksız yere işinden oldu. 
Haklarında beraat kararı verildiği halde görevlerine iade edilmiyor.
Hukuk sistemindeki aksaklıklarla ilgili örnekler saymakla bitecek gibi değil.
… 
Hukuk reformundan bahsedenlerin öncelikle mevcut anayasa ve yasaların uygulanmasını yazılı olarak tanımlanan evrensel güvencelerin yaşama geçirilmesini sağlamaları gerekli.
“Yargıda reformdan” önce “yargıyı bağımlılıktan kurtarmak” çok daha büyük önem taşıyor. 
Bağımlı yargıdan adalet beklenebilir mi?