Bilindiği gibi her sene 27 Mart "Dünya Tiyatrolar Günü" olarak kutlanıyor.

Şöyle bir düşündüm de, aslında hayatın kendisi de bir tiyatro değil mi? 

Bence ondan tek farkı provasız oluşu... 

Bildiğimiz tiyatroda oyuncular oynayacakları oyunu önceden birçok kez prova ederler... Sonra da çıkar oynarlar. 

Ne yazık ki hayat insana prova fırsatı tanımıyor.  

Onun için derler ki, "Hayat provasız tiyatro"dur. 

Ve yine denir ki, "Oyuncunun er meydanı sahne ise, insanın er meydanı da hayattır."

İşin en ilginç yanı şu ki; istisnalar kaideyi bozamayacağını düşünürsek,

Hayatta olduğu gibi tiyatroda da, "En kötüler, en iyi yerlerde oturur." 

 

Kimileri de tiyatro hayatın aynasıdır, derler.  

Hayatın olumlu-olumsuz tüm yönlerini sahneye yansıtır. 

Sanatın diğer dalları gibi tiyatro da muhalif olmak durumundadır.

Muhalif duruşu, aynaya bakmaktan korkan yöneticiler için ciddî sıkıntıdır. 

Bir ülkede sanatın ve tiyatronun muhalefeti ne kadar kabul görürse o ülke o kadar yaşanılır olur. 

*

Ne yazık ki,  zamanımızda görselliğin üstün gücü her şeye egemen hale gelmiştir.  

Öte yandan, kitle iletişim araçları ve popüler kültür de tiyatroyu zayıflatmış, insanlığın hayâl ufkunu iyice daraltmıştır. 

Umalım ve dileyelim ki, 

Herşeye rağmen tiyatro, insanla yapılmaya, insanca yaşamaya, insanlar için sahnelenmeye devam etsin! 

Eskişehir'e gelince... 

Kentimiz, bölgemizde çok öncelerden beri kültür ve sanatın merkezi olagelmiştir. 

Komşu iller daha tiyatronun adını duymamışken, Eskişehir'de çok ciddî kumpanyalar sahne almıştır. 

Bunlardan biri var ki çok ilginçtir. 

Yıl 1935... 

Şehir tiyatroları Eskişehir'de temsil vermektedir. 

Tam o sıra Sen Jan piyesi sahnelenmektedir. 

Zamanın büyük oyuncularından İsmail Galip Napolyon rolündedir. 

Yine bir başka şöhretli sanatçı Neyyire Neyir de Sen Jan rolündedir. 

Oyunun belli bir yerinde Napolyon konuşacaktır.

 Tam konuşacağı sırada kocaman beyaz bir köpek fırlar sahneye. 

İsmail Galip'te köpek fobisi vardır ve aşırı korkmaktadır. 

Bir an düşünür ki, ne yapsın? 

Oyunu kurtarmak, köpekten de kurtulmak gerekmektedir. 

Sol eli belinde, sağ eli göğsünde, tam bir Napolyon edasıyla, köpeğe "Hoşşşt..." der. 

Köpek bu sefer de canavar bakışlarla, İsmail Galib'e hırlamaya başlamasın mı?  

Galip bozuntuya vermemeye çalışır. 

Öne doğru bir adım atar, sanki bu da piyesin bir parçasıymış gibi, seyircilere doğru dönerek seslenir: 

-Mösyö der, lütfen köpeğinizi yanınıza alın, Madam Sen Jan'ı rahatsız etmeyin. 

Meğer köpek Eskişehir Valisi'nin imiş. 

Vali Bey yerinden kalkar, köpeğini yanına çağırır. 

-Tosun Tosun...Bu tarafa gel oğlum...Bu tarafa! 

Seyirciler kahkahayı koyuvermiştir. 

Vali Bey Tosun'u yanına alarak usulca salondan çıkar. 

İsmail Galip'de hem Napolyon'u, hem Sen Jan'ı, hem de piyesi Vali Bey'in köpeğinden kurtarmıştır.

Bunun rahatlığıyla oyuna devam eder. 

 İsmail Galip, oyun biter bitmez Neyyire hanıma fısıldar: 

-Vay bee Neyyire der; gör ba şu Eskişehir'deki tiyatro kültürünün yüksekliğine! 

Vali Bey'in köpeği bile tiyatrodan anlıyor, helâl olsun!