Tokat Gazi Osman Paşa Lisesi’nde felsefe öğretmeniyle düşünce kavgasına girişince, tek ders sınavı için soluğu Kastamonu Abdurrahman Paşa  Lisesi’nde almak zorunda kalmıştım. Niksar’dakı köyüme döntükten birkaç gün sonra Meşedibi’nde hayvan otlarken Kemal Güzel, Bursa Eğitim Enstitüsü’nün yazılı sınavını kazandığımı bildiren yazıyı  getirmişti… Sözlü sınavın sonuçlarının ne olacağını bilmiyordum ama Bursa’da Eğitim Enstitüsü’nde iki yıllık yatılı okumanın düşleriyle o gece sabaha kadar uyuyamadım.

Yıl 1963’ün Ekim ayının ilk yarısında Bursa’ya maceralı bir yolculukla ulaştım. Ertesi gün sözlü sınavlar yapıldı. Umutsuz bir bekleyiş  birkaç saat sürdü.Akşama doğru listeler asılmıştı;  sondan ikinci ad benimkiydi…Listenin altında kayıt günü ve getireceğimiz belgelerin listesi vardı.Sevinçten ellerimin titrediğini bugünkü gibi anımsıyorum.

Gerekli belgelerin listesini cebime koyar koymaz soluğu tütüm deposunun yanındaki otogarda aldım.Ankara  üzerinden Tokat’a oradan köyüme ulaştım. Kayıt gününe  hazırlıkları yaptım, babamın verdiği  harçlıkla Bursa’ya  döndüm.

Ülkenin her yanından öğretmen okulu ve lise çıkışlı arkadaşlar kayıt yapmaya geliyordu… Kaydımı yaptırdım, gösterilen yatakhanede pencere kenarında üst ranzaya yerleştim.Akşam yemekhanede ilk yemeği yedim.Yaşamımın yeni bir süreci başlamıştı. Bu bir kırılmaydı, bundan sonrası benimle ilgiliydi; başarılı olursam da, olamazsam da sorumlusu bendim.

Liseyi  bitirenler arasında  sıradan biri değildim…Kendime özgü  bakış açım, ülkenin geleceğine katkı yapacağına inandığım  ideolojim vardı. Lise günlerinde okuduğum ve kendi ellerimle ciltlediğim  Yön Dergisi’nin ve  sıkı gazete okuyucusu olmanın birikime sahiptim.Başta Rus yazarları olmak üzere okuduğum romanlardan sentezlediğim  dünya görüşüne sahiptim.

O yılın 10 Kasım akşamı, okulun duvarlarında asılı  “Atatürk’ü anma günü” çağrısına on kadar arkadaşla birlikte gittik.Toplantıda söz aldım, Atatürk’ü  anlatanların geleneksel ve monoton söylemlerine  uymayan, anmanın maddi ve kültürel zenginlik üretecek konulara odaklanmasına vesile edilmesi gerektiğini anlatan heyecanlı bir konuşma yaptım…Daha bir hafta önce  birlikte olmaya başladığımız  okul arkadaşlarım ve salondaki insanların  çoşkun alkışlarıyla karşılaştım.

Salonun kapısından çıkarken birkaç insan beni durdurdu: O insanlar arasında Halk Eğitim Müdürü  Hasan Ceylan,  Av. Ragip Koza ve  Mimar Ahmet Özkan da vardı…

Ahmet Özkan koluma girdi, şivemden anlamış olmalı ki, “Cveneburiğhar?” diye sordu.Bu sorunun başlattığı  dostluk, gerçek nedeni gün yüzüne çıkarılamayan  silahlı bir saldırıyla öldürülmesine  kadar sürdü…Bir insan olarak aramızdan ayrıldı ama düşünceleri ve fikirleri bugün de hayatın tam ortasında, Türkiye ile Gürcistan ilişkilerinin merkezinde yaşıyor…

Bursa’da Timurtaş Paşa Türbesi’nden Tophaneye giderken sağdaki yamaçta bir hemşehrimizin çay bahçesi vardı…Ahmet Özkan’la buluşur saatlerde Türkiye v Gürcistan ilişkilerini, iki halk arasında  olmayan çıkar çatışmasının yabancılar tarafından nasıl yaratıldığını, 1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı’nda yaşanan büyük göçün  hepimizde bıraktığı izleri sorgulardık.

Bazılarının sandığı ve bazılarının da inandığı gibi ırk-odaklı mikro milliyetçilik yaptığını hiç duymadım, görmedim ve sözlerinden de öyle eğilim çıkarmadım.

Bursa Eğitim Enstitüsü sonrasında  Eskişehir’de öğretmenlik yaparken Bursa’da kendisine uğrağımda, “Biz Türkiye’ nın  evladıyız, Gürcistan’ın da evlatlığı olmak isteriz.Biz yaşadığımız ülkenin  karnında büyüdük…Kültürünü paylaştığımız Gürcistan’ın da bir evlatlık olarak kalbinde yer alırız.Türkiye ve Gürcistan halkları arasında barışın, kardeşliğin, çok kültürlüğün sentezi  olmalıyız…” demişti.Yıllar sonra anaların çocuklarını karnında, analıkların ise kabinde büyüttüğünü  anlatan bir olayla ilgili haberi okuduğumda Ahmet Özkan’ı anımsamış, derin, derin düşünmüştüm.

İzmir Fuarı’nda görüştüğü Türkolog Otar Giginaşvili’ nin  de dar anlamıyla milliyetçilik istemediğini, farklı kültürleri birlikte yaşayan, entelektüel zenginlikleri artıran etkileşimlerin harcı olmamız gerektiğini söylediğini anlatmıştı…

Ahmet Özkan’ı  silahlı saldırıyla öldürenlerin kim oldukları, amaçlarının ne olduğu hakkında her çeşit spekülasyon yapılabilir…Bu meçhul cinayeti  azmettireneler, tetiği çekenler kimdi? Onlar Ahmet Özkan’ın kültür!-odaklı ilişki talebini ne derece anlamıştı? Çok az bilgi sahibi olan bir kifayetsiz muhterisin istihbaratına mı kurban edildi ? Daha onlarca soru aydınlatılmadıkça herkes yanlış yorumlar, eksik değerlendirmeler yapabilir; spekülasyonlar bizi esir edebilir.

Sovyetler Briliği’nin dağılmasından sonra Türkiye’nin  sıfır sorunlu komşusu Gürcistan oldu…Pasaportsuz dolaştığımız ender ülkelerin en başında geleni bu kadım komşumuz.Her türlü alış-verişin olduğu bir ülke Gürcistan…Ahmet Özkan’ ın düşlediği  ilişkiler, düşlerin de ötesinde hayat buldu…Gürcistan’da yapılan yabancı yatırımlardan birine de katkım oldu…

Yaşayarak gördük ki, Ahmet Özkan’ın düşlerinden korkanların, canına kıyanların hiçbir gerekçesinin haklı çıkma olasılığı yok!

Ahmet Özkan’ın canına kıyılmasına doğrudan ve dolaylı katkısı olan herkesin bugünün penceresinden bakarak bir vicdan muhasebesi yapmaları gerekir…

İsmet İnönü’nün,”Siyasette iki binde bir ihtimal dahi olsa tamırı imkansız hata yapmamak gerekir” diyen sözüne kulak verilmeli; cinayete doğrudan ya da dolaylı destek verenler kendilerini sorgulamalı…

Ahmet Özkan’ın ölümünde payı olup da yaşayanların gerçeği açığa  çıkaracak “itirafı”  insanlık adına atılmış önemli adım olabilir…Eğer o insanlar  “Meşhuru meçhule izletmeyin” kuralını biliyor; bunun tanıklık ahlakının gereği olduğunu kavrıyorsa, kendi cehaletleri ile bugün gelinen ilişki düzeyi arasındaki farkı görüp, gerçeğin, sadece gerçeğin sözcüsü olabilme özgüveni göstermelidir…

Karanlıktaki gerçekleri gün ışığına çıkarmayan ya da çıkaramayan toplumlarda bazı insanlar  yetersizliklerini saklamak için likesiz gizlikten medet umarlar…İlkesiz gizlik tuzaklarına yakalanam toplumların da  “tarih bilinci” asla yerli yerine oturmaz…

Diğer  birçok faili meçhul cinayeti  gibi Ahmet Özkan cinayetinin aldınlatması, milli hafızanın neteleşmesinin de gereğidir…Enformel yapılanmaların  içlerinde oluşturdukları normların, sosyal gelişmenin önündeki büyük engel olduğunu biliyoruz…Ahmet Özkan  cinayeti aydınlanırsa, O’nun hemen hemen tümüyle hayata geçmiş düşleri daha anlamlı ilişkilere dönüşebilir…