Türk lirasının sürekli değer yitirmesi ve döviz kurlarındaki aşırı yükselmeyi önlemek amacıyla getirilen  “Kur korumalı TL vadeli mevduat” uygulaması çeşitli çevrelerde tartışılmaya devam ediyor.
60 ve 70’li yıllarda denenen ve yarattığı olumsuzluklar nedeniyle terk edilen uygulamanın sonuçlarının ne olacağı henüz belli değil. 
Hazineye getireceği büyük yük ve enflasyonu daha da yükselteceği yönündeki kaygılar devam ediyor.
Ekonomideki belirsizlikler ve çok yüksek risk içeren günlük kararların yarattığı olumsuz sonuçlar ortadayken toplumda genel bir ‘ferahlama havasının’ yaşanmasını ise anlayabilmek gerçekten mümkün değil.
...
Hafta başından bu yana devam eden tartışmalar bir yanda, milyonlarca kişi açlık sınırının altında bir gelirle ve zorlaşan kış koşullarına karşı ayakta kalma mücadelesi veriyor. 
“Derin Yoksulluk Ağı” adlı girişimin ortaya çıkardığı yaşam öykülerinden birinde 13 yaşındaki bir kız çocuğunun “Doymak için fazla su içiyorum” ifadesi belleklerimize kazındı.
2021 yılının Türkiye’sinde yokluk, yoksulluk en büyük sorun olmaya devam ediyor.
Çocuğuna mama alamayan aileler pirinç lapası ya da şekerli su ile çocuğunu beslemeye çalışıyor, araştırmalar da gösteriyor ki insanlar öğün atlamaya başladı.
Tekrar ediyorum, üçüncü dünya ülkesindeki bir açlık, yoksulluk durumundan bahsetmiyoruz.
Türkiye’de binlerce kişi en temel ihtiyacı olan gıdaları alamıyor, baraka bile denilemeyecek yerlerde barınmaya çalışıyor.
Temiz suya ulaşamıyor, hijyen koşullarını ise hiç saymıyorum bile.
Ekranlarda görüyoruz, belediyelerin ucuz sattığı ekmekten alabilmek için karda, kışta, soğukta bekleyen insanlar metrelerce kuyruklar oluşturuyor.
...
Bu olumsuz tablo karşısında duyarsız kalmayanlar, maddi güçlük yaşayan ailelere bireysel ya da çeşitli kurumlarla işbirliği içinde destek vermeye çalışıyor.
Ülkeyi yönetenler ise ne yazık ki halkın yaşadığı çok boyutlu sorunları görmek istemiyor.
İnsanların açlık feryatlarını duymayan, ekmek kuyruklarını reddederek hiç bir olumsuzluk yokmuşçasına davranan siyasilere söylenecek çok söz var.
Bilsinler ki; bu ülkede,
Çok sayıda çocuk, yatağa aç giriyor, maddi imkansızlıklar nedeniyle okuldan kopuyor.
Anneler, evde tencereyi kaynatamıyor.
Geçen gün yine bir sokak röportajında bir kadın yağ koy(a)madan yemek yaptığını söylemişti.
Süt içemeyen, yumurta, et yiyemeyen, protein alamayan çocuklar nasıl gelişecek?
Eşofmanı, spor ayakkabısı olmadığı için Beden Eğitimi dersi olduğu gün okula gitmek istemeyen çocuklar, gençler var.
Okuldan istenilen fotokopi kağıdını götüremediği için arkadaşlarının yanında ezilen, dışlanan çocukların neler yaşadığını hiç düşündünüz mü?
Bu kişilerin yaşadığı “depresyon, umutsuzluk ve güvensizliğin” ne kadar büyük bir sorun olduğunu ne yazık ki hala anlamayanlar var. 
‘Yalnızlık’ ve ‘sosyal dışlanmanın’ yarattığı sorunlar ise ayrı bir başlık olarak tartışılmaya değer.
Binlerce kişi semt pazarlarında akşam saatlerinde atılan sebze ve meyveleri toplayarak karnını doyurmaya çalışıyor.
Marketlerin önünde sebze meyve reyonunda bozulmuş, buruşmuş patates, muz, portakal, soğan, yeşilliğin çöpe atılmasını bekleyenlerin sayısı günden güne artıyor.
...
Ülkemizde binlerce kişi açlıkla mücadele ederken;
“İtibardan tasarruf olmaz” diyenler, 
“Kamuda israfı önleyeceğiz” genelgesi çıkaranlar “milyonlarca liralık makam araçları” almaya devam ediyor.
...
Böylesine yaralayıcı bir  tablo karşısında sözü fazla uzatmaya gerek yok.
Yeni yıla yaklaşırken “hayallerimizi bile çalanlara” öfkelenmemek mümkün mü?