Gara operasyonunda yitirdiğimiz şehitlerimizle ilgili sorular iktidar kanadında yanıt bulmayı bekliyor.
Diğer yandan genel akışa bakıldığında “siyasetin dili” ve yapılan açıklamaların farklılaşan içeriği de tartışma konusu olmaya devam ediyor.
Oysa ki siyasette hitap tarzının, konuşmanın içeriğinin önüne geçmesi çok sıklıkla rastlanan bir durum değildir.
Son günlerde önce AKP Genel Başkanı ardından yine aynı partinin Genel Başkan yardımcısından çok yüksek perdeden, hakaret ve lanet içerikli alışılmadık konuşmalara tanık olduk.
AKP Genel Başkanının CHP Genel Başkanı için söylediklerini tekrar etmeyeceğim elbette ama ifadelerin kişilik haklarını zedelediği ve saygı sınırları içinde olmadığı ortada.
AKP Genel Başkan Yardımcısının “bela okuyan” açıklamasına da anlam verebilmek mümkün değil.
Siyasette seçim başarısızlığının sorumluluğunu seçmene yüklemenin mazeret yaratma kolaycılığına başvurmak dışında hiç bir karşılığı yoktur.
Yasal olarak faaliyetini sürdüren bir partiye oy veren altı milyon seçmene “Allah belasını versin” demek siyasetin hiç bir yaklaşımına uymaz.
“Benden yana olmayana her tür hakaret serbest” anlayışı içinde olmak aslında siyaseten tükenmişliğin bir göstergesi sayılabilir.
Seçim zamanı geldiğinde lanet okunan seçmenin ayağına gidip nasıl oy isteneceğini siyasetin esneklik sınırları içinde görmek mümkün mü, onu da siz okuyucuların takdirine bırakıyorum.

Türkiye’de siyaset  gerçekten de çok ilginç açıklamalarla devam ediyor.
TBMM’ye ulaşan Milletvekileri fezlekeleri ile ilgili “Eller hemen iner kalkar” ifadesinin kullanılması da oldukça ilginç.
Zaman zaman söylenen ve emir komuta zincirini çağrıştıran bu tarzdaki ifadeler halkın iradesinin temsil yeri olan TBMM’ne olan güveni sarsacak derecede örneklerden olmaya devam ediyor.
Mecliste çoğunluğu elinde bulunduran partilerin, halkın oyuyla seçilen muhalefet partilerinin temsilcilerinin veya halkın taleplerine kulak tıkayarak yasama faaliyetlerini “el kaldırıp indirerek yürütmesi” demokrasinin işlemesi bakımından da önemli eksikliklere yol açıyor.

Diğer yandan siyasetteki genel tabloya bakarken iktidar partisinin kongrelerini de es geçmemek gerekli. 
Kongreler deyince aklınıza lebaleb dolu salonlardan bahsedeceğim gelmesin, farklı bir noktaya değineceğim.
AKP’de, İl Başkanı Genel Merkez tarafından belirlendiği ve önceden ilan edildiği için İl kongreleri tamamıyla şeklen yapılıyor.
Bu noktada belirtelim zaten Genel Merkezin belirlediği kişi dışında başka aday çıkarsa bir şekilde aday olmasına izin verilmiyor.
Çok zorlu geçen pandemi sürecinde maske, mesafe kuralı yok sayılarak, sonucu baştan belli olan il kongrelerinin yoğun katılımla yapılmasının ve medyada gündemde tutulmasının gerekçesi herhalde örgütü canlı tutmak olabilir.

Siyasetin dili diye başlamıştık bir de son dönemde rastladığımız “inat” söyleminin üzerinde durmak gerekli.
Siyasette inat; ikna edici gerekçeleriyle kabul gören iddiayı sürdürme, kararlılık sergileme gibi tanımlara bağlı olarak pozitif bir çağrışım yapabilir.
İktidar çevrelerinden gelen “İnadına yapacağız” söylemi ise “Devlet yönetiminde inat ne anlama geliyor” sorusunu akıllara getiriyor?
Devlet yönetiminde, akılcılık, kamu yararı, bütçeye uygunluk, kaynakların etkin kullanımı gibi bir çok ölçütü dikkate alarak karar vermek esastır.
Oysa ki hesaba uymayan, kaynak akışı belirsiz ya da şeffaf olmayan ilişkileri düşündüren inatçı anlayışın kamuoyunu ikna etmediği çok açık.
Kanal İstanbul konusunda kamunun ilgili birimlerinden ve toplumun geniş kesimlerinden çok sayıda itiraz geldiği halde hala bu projede inat etmenin nedenleri ortaya konulmuş değil.

Siyasetin dili önemlidir, toplumu değiştirir, dönüştürür.
İkna yerine “inatla” yürütülen siyaset ise toplumun bölünmesine, kutuplaştırılmasına yol açar.
Bizden söylemesi…