Hem Platon hem de Aristoteles’in Demokrasiyi özürlü yönetim biçimlerinden biri saymalarının nedeni retoriği iyi kullanan, yani hitabet sanatı gelişmiş insanların kendi çıkarları için cahil halkı konuşma sanatı aracılığı ile kandırabileceklerini ve demokrasinin böylece çok kolayca “Tiranlığa” dönüşebileceğini görmüş olmalarındandır. O nedenle dil ve onu kullanma toplum yaşamında çok önem kazanır. İlk atalarımızın ancak şempanzelerdeki kadar olan 450 cc’lik beyinleriyle konuşmaları olanaksızdı. Konuşabilmek için beyin büyüklüğü yanında gırtlağın anatomik gelişimi de gerekiyordu. İnsan anatomisinin sözlü dil yeteneği yumuşak dokular ya da beyindeki sinir devrelerine bağlı olduğundan bunlar arkeolojik bir iz bırakmadılar. Bu nedenle insan sesinin şempanzeninkinden ayrılmak üzere ne zaman gırtlağın boyuna indiği, dilin serbest kaldığı ve insanın konuşma seslerini ne zaman algılayıp bunları işitilebilir farklı sözcükler halinde ayırabildiği tam olarak bilinmemektedir. Bundan bir milyon yıl önce Afrika’dan çıkıp Orta Asya’ya kadar yayılan atalarımızdan “Homo Erectus”ların konuşma şeklinde olmasa da birbirleri ile iletişim kurmadan bu kadar uzun yol alabilmeleri pek mümkün gibi görünmüyor. Ayrıca Güney Afrika mağaralarının 120 bin yıl önceki aşı boyaları kanıtlarının ışığında, ilk “Homo Sapiens”in konuşma dili olduğu kuşkusuzdur. İnsanların neyi neden yaptıkları hakkında konuşmadan, vücutlarını boyamaları ve karmaşık aletler yapmaları düşünülemez… 
Günümüz antropologlarının önemli bir kısmı konuşmanın kökeninin dedikodu olduğuna inanır. Dil, giderek genişleyen grupların birbirinden kopmalarını önleyen "tutkal" olmuştur. Bazıları dilin, bireyin zekâsıyla gösteriş yapma yolu olduğunu düşünmektedirler. Tıpkı tavuskuşlarının dişilerine parlak tüylerini göstermeleri gibi, atalarımız da gerek erkek gerekse kadın olarak karşı cinse gösteriş yapmak amacıyla giderek artan ve bir dereceye kadar gereksiz sözcükler kullanmayı benimsemiş olabilirler. Dilin ana işlevlerinden biri, başkalarının zihinlerini insanın kendisi gibi düşünmeye yöneltmek olduğundan hitabet yetenekleri önemli olmalıydı. İkna kuramlarından en bilineni Aristoteles’in yaklaşımı olan “Ethos, Pathos, Logos” içeren retorik üçgenidir. İyi bir konuşmacı etik anlamda ahlaki değerlerle bezenmiş bir ethos’a sahip olmalı, gerekli duygulanım alanlarını kullanarak pathos’a önem vermeli ve konuşmasını mutlak bilgi ve mantık çerçevesinde logos’a dayanarak yapabilmelidir. 2500 yıl önce saptanmıştır ki; demokrasinin tiranlığa dönüşmemesinin yolu, siyasal otoritenin hitabetinin gerekli ethos’u, pathos’u ve logos’u içerip içermediğinin ayırımının halk tarafından yapılabilmesinden geçer…