Gazete sütunları kamu alanıdır. Bu sütunları “özel alanlarımız” için kullanmama ilkesini de biliyorum. Yazdıklarım benim özelim, ama insan ilişkileri açısından “kamusal öze” de sahip diye düşünüyorum. Okuyucunun engin hoşgörüsüne sığınarak, çok sevdiğim “bibimin” vefatı üzerine yazdıklarımın belgelenmesini istiyorum. Belki bir yerlerde, bir sözcükle değer katkısı olabilir.
***
Hasat mevsimi geldiğinde, nenemin pişirdiği yemekler, fındık ağacından dallarından örülme sırt sepetine - “gidilaya” - özenle yerleştirilir; çorbalar iki bakraca doldurulur; ekinlerin biçildiği tarlada çalışan insanlara öğle yemeği götürülürdü. Pato Bibim, tarlada çalışan anamı özlüyorum diye beni de omuzlarına yerleştirir, yemekler sıcaklığını yitirmesin diye hızlı adımlarla, ter kan içinde tarlaya doğru yol alırdı.
Tarladan dönerken kah yürür, çoğu zaman bibimin gözlerinin menzilinden çıkmadan koşar, Ayazlar’daki çalılık yolda mesafeyi daraltır; köy göründüğünde yüreklenir; Hasan Reşit’in suyuna kadar gider, bibim yetişinceye kadar suyla oynardım. Hacı Mehmet’in bahçesinin yanında Aşağı Yunak deresinde yemek kaplarını sudan geçirir: Sülükgöl’deki yokuşta beni omuzuna alır; Napuzari’ den köye ulaşır; köyün ortasında omuzundan indirirdi. Arkama bakmadan koşarak evimize çıkar; “ Nene, ben geldim!” diye baba anneme seslenirdim.
Hasat mevsiminin sıcaklığında, bulutsuz gökyüzünde parıldayan güneşi, ağaçların gölgesinde biraz soluklanmayı severdim. Uluhan’dan gelen, Çamlık tepesinden köy içlerindeki bahçeleri sulamak için evimizin önünden akan suda büyük ceviz ağacının altında saatlerce oynardım…Çok ıslandığım zaman Nenem ya da Pato Bibim kolumdan tutup eve götürür; çamaşırlarımı değiştirirdi.
Pato Bibimin özverisi zihnimin derinliklerine öylesine sağlam yer edinmiştir ki, yaşamımın hiçbir anında onu unutmadım.
Hikayeyi “Unutulan Göç” kitapçığında paylaştım: Şavşet’in Hevcuruli köyünde evlendikten bir yıl sonra eşini yitiren, 1870’lı yılların ortalarında Gürcistan’ın Gori kentinden kaçıp İmerhev’deki köyümüze sığının Gülağa ile ikinci evliliğini yapan Pato nenemiz son söyleyeceğini, baştan söyleyenlerdendir. Diline dizgin vuranlardan değildir. “Deli Pato” diye anılmasının sebebi de odur. Pato Bibim de açık sözlü, düz bir insan olduğu için nenemize benzetilerek “Pato” adıyla çağrılmıştı. Köyde çok az insan adının Türkan olduğunu bilir… Ailemizin ve köyümüzün Pato’su, benim de Pato Bibim’di.
“Kız seni babasız gelin ettiler”
Aramızda yedi yaş vardı…İlkokul dördüncü sınıfı gittiğim yıl Pato Bibim, köyümüzün köklü ailelerinden olan Sarvanidze’lerden Molla Davut’un oğlu Ömer Temur’la evlendirildi. Kına gecesinde, Sarvanidze Dursun Ağa’nın oğlu Hamdi’nin eşi Pati Bibi’nin okuduğu manilerden birinin iki dizesi zihnime perçinlendi: “ Kınayı yoğurup hamur tutular/ Kız seni babasız gelin ettiler.”
Bibimin 8 yaşında babasını yitirdiğini; gelinliğini Fehmi Dedem’in göremediğini düşündüm; başındaki kırmızı ipek tülün altında beyaz yüzünün derinliklerine yerleşmiş gözlerinden akan iki damla yaş birden okyanuslar gibi yüreğime çöktü. Kadınların toplandığı odadan fırladım, Yeşiltepe’ye kadar koştum, geri geldim, bir daha koşarak Çardaklı Tepesi’nin alacakaranlıktaki ufuklarına baktım…Eve döndüm, kendimi yatağa attım, yorganı başıma çektim bir süre sonra uyumuşum…
Pato Bibim eşini yitirdiğinde İstanbul’ dan köye giderken anılarım canlandı; evlerinin önünde yüz yüze geldiğimizde “ Ola sen beni gerçekten seviyon, şimdi daha iyi anladım!” dedi.
Hastalıktan arınamadığım için son yolculuğunda, kara toprağa girmeden önce yanında olamamanın ateşi yüreğimi yakıyor.
Zihnimde kalan bir başka anıyı daha aktarayım: Aykıroğlu Mühittin’in büyük oğlu İsmail, Turhal’ın Kendigelen Köyü’da imamdı; oraya taşındılar. Kilesepınarı’nın yakınındaki evlerini bizimkiler satın aldı… O yıl Sarvanidze Molla Davut’un çocukları da ayrıldı… Babamın amcası, babam ve kardeşleri evi Pato Bibim’e verdiler. Çocuk dünyamda Pato Bibim’in benim zihnimde yansıttığı sıcak ilişkilerin, ailenin bütün bireylerine yansıdığı yorumunu yaptım. Pato Bibim’in sıcak ve açık kişiliğinin insani ilişkilerine yansıdığını, aile bireylerini de başkalarını da etkilediğini düşündüm.
Pato Bibim oğlu Harun’u trafik kazasında yitirdiğinde kendisine başsağlığı bile dileyemedim. Ne söyleyeceğimi, nasıl söyleyeceğimi bilemedim. Göz göze geldik, aydınlık yüzündeki bakışlarının derinleştiğini, göz yaşı damlalarının birbiri izleyerek yere düştüğü görmeye dayanamadım, oradan uzaklaştım.
Yarın : İnsanlarla sorunlarımız olabilir, ama topraklara küsemezsin
Sakarya 23 Şubat 2022
“İnsanlarla sorunların olabilir,
ama topraklara küsme hakkın yoktur”
Babam okuyup köyden kurtulmam için köy işlerinden beni uzak tutmaya çabaladı… Daha küçük yaşlarda “köyden kaçış, kurtuluştur” algısı zihnime yerleşti. İş yaşamına atıldıktan sonra köye uzun zaman uğramadım; uğradığımda da çok kısa kaldım…
Erzincan’a Vali Recep Yazıcıoğlu’nun çağrısıyla bir konferans için gittim… Özel araçla gittiğim için dönüşte Eskişehir’ de babama uğradım. Nerden geldiğimi sordu: Erzincan’dan döndüğümü söyleyince, “ Köye uğramadın, değil mi?” dedi… “Evet!” yanıtını alınca, bana hiç nasihat etmeyen babam tek bir cümle söyledi: “İnsanlarla sorunlarımız olabilir, ama toprakla olamaz…Topraklara küsülmez!”
Birkaç ay sonra Ünye’deki toplantıya da yine özel araba ile gittim…Dönüşte Niksar üzerinden köye vardık. Yanımda bir mühendis arkadaş var. Arabayı köyün önündeki Hanyeri’nde bıraktık; sürücümüze uyumasını söyledik. Dolunayda Hasan Reşit’in suyunun önünden Ayazlar’a çıktık… Eriklik’teki tarlamızı seyrettik. Topalköprü’ye indik; Kömler’den Düzler’i tırmandık; oradan Manastır tepesi’ne, Uluyazı’ya geçtik, Yanıklık’da Papaz’ın bayırından sonra Uluhan’a ulaştık… Çorakdere’den Eski Yunak’a indik… Kirazlık suyunda yüzümü yıkadım… Cin değirmenin yanından Hanyeri’nde arabaya ulaştık… Sürücü uyandı, Erbaa’ya gitmesini söyledim.
Benim gerginliğim arkadaşıma da yansımış, çok az konuşmuştuk. Otele yerleştiğimizde şafak vaktiydi...Her zaman yanımda olan defterime 26 dörtlükte topraklarla özlemlerimi manzum anlatımla yazdım.
Manzum yazı çocukluğu köyde geçen herkesi duygulandırdı. Başka köyden köyümüze gelin gelen komşusunu manzumeyi okuyup ağladığını gören Pato Bibim, “ O’nun şiirine ağlanır mı? Kendisi köye gelmiyor…Paraları cehenneme mi götürecek? Gelsin de gönlünce yaşasın…” demiş.
Haber bana ulaşınca, bibime manzum mektup yazdım… Gemlik’te yaşayan kızı Bedriye’ye verdim. Köye gittiğinde bizim köyün şivesiyle okumasını istedim:
Pato bibim haber salmış
Özlediyse köye gelsin
Dünya kimseye kalmamış
Gelsin de gönlünce yaşasın
Ne desem ki bibime ben
O’nu çok severim ezelden
Bir kere koptum o yerden
Bırakın özlemim kalsın
Süt sağardık bizim evde
Yemek yasaktı nedense
Otuz hayvanın peşinde
Neden vardık bilemezsin
Bahçemizdeki meyveyi
Sarı kızıl renk elmayı
Kireçlik’ teki tarlayı
Zihinlerden silemezsin
Topraklara garazım yok
Tam tersine özlemim çok
Yoksulluk yüreğimde ok
Unutup da gidemezsin
Baharda öten kuşları
Yeşiltepe’ deki taşları
Çocukluğumdaki kışları
Özlemeden edemezsin
Bakmayın günlük sözüme
Kulak verin ki özüme
Yalan söylemez gözüme
Bakmadıkça bilemezsin
Rüştü der ki bibim haklı
Farklı olur insan aklı
Hayat çok farklı duraklı
Özlesen de varamazsın
Ölümden kaçış yok
Ailemizde benden büyük iki insan vardı: Biri, Pato Bibim’di, diğeri Mehmet Emmi’nin kızı Zekiye Armağan. Alanya’da kızının yanında yaşıyor. Telefon ettiğinde, insanı bütün duygularım gerildi...Söylemek istediklerim boğazımda düğümlendi.
Biliyorum ölümden kaçış yok. Bütün canlılar gibi hepimiz ölümü tadacağız. Önemli olan geride “hoş seda” bırakmak…
Papo Bibimin “hoş sedası” sanırım benim gibi çevresindeki çok sayıda insanın yüreğini sımsıkı sarmalamıştır.
Çocukları, torunları hepsi hayat yolunda ileri adımlar attı. Gözleri arkada kalmadı. Mekanın cennet olsun benim Pato Bibim…