Siyasette hareketli günlere girildi.
“İnsan Hakları Eylem Planının” açıklanmasından sonra çok sayıdaki insan hakları ihlalleri ortadayken “inandırıcılığı” ile ilgili tartışmalar devam ediyor.
Freedom House’un yeni açıklanan “Özgürlükler Raporuna” göre ise Türkiye son 10 yıl içinde en büyük gerilemenin olduğu ülkeler arasında Mali’den sonra ikinci sırada yer aldı.
Türkiye’nin Özgürlükler ve Demokrasi karnesi ortadayken açıklanan eylem planının önümüzdeki dönemde uygulamadaki sonuçları çok daha fazla önem kazanacak gibi görünüyor.
Diğer yandan, kademeli normalleşme haritasına bağlı olarak getirilen düzenlemelere uyum sağlanmaya çalışılırken iki haftada bir yapılacak güncelleme nedeniyle eğitim camiasında ve esnaftaki tedirginlik sürüyor. 
Gündemdeki yerini her zaman koruyan ekonomi ile ilgili sorunlar ise çözümlenmek yerine daha da derinleşiyor, milyonlarca kişi büyük bir geçim sıkıntısı içinde ve borç sarmalından çıkış yolu arıyor.
Bu arada 2020 yılında Türkiye ekonomisinin % 1.8 büyüdüğü açıklandı.
Derin yoksulluk tablolarının yaşandığı, ekmek kuyruklarının her gün daha fazla uzadığı bir ülkede gerçek bir büyümeden bahsedilebilir mi, ayrı bir tartışma konusu.

Siyasetin hallerini konuşurken son dönemde yeni bir tarz olarak ortaya çıkan “Özür siyaseti”ne de bakmak gerekli.
Sağlık Bakanı, İstanbul’da katıldığı omuz omuza sıkışık görüntülerin oluştuğu kalabalık cenaze töreniyle ilgili “mesafenin ortadan kalkacağını öngöremediğini” belirterek özür diledi.
O cenaze törenindeki görüntüler hepimizin hafızalarına kazındı ve bu süreçte yakınlarını kaybeden bir çok kişinin üzüntüsünün artmasına neden oldu.
Örneğin bir arkadaşımızın geçen hafta sonunda vefat eden dayısının Sivrihisar’daki cenazesine birinci derece yakını olmadığı gerekçesiyle katılmasına izin verilmedi. 
Özür dileyen Bakana sormak gerekli.
Aynı ilin sınırı içinde bulunan bir ilçedeki akrabasının cenazesine katılamayıp, son görevini yerine getirememenin telafisi var mı?
Ben de geçtiğimiz Ekim ayında babamı kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşarken aynı zamanda risk oluşmaması için yakınlarımızı cenazeye katılmamaları yönünde ikna etmeye çalıştım. 
Çifte standardın olduğu yerde “özür” ne yazık ki hiç bir şey ifade etmiyor.

Yine anımsanacağı gibi başka bir özür de Milli Eğitim Bakanı’ndan geldi.
Bakan, okulların açılma tarihindeki gecikme için özür diledi.
Devlet, idare olarak bir bütündür ve yapılan işlemlerin, alınan kararların birbiriyle uyumlu olması gerekir.
1 Mart tarihinde, normalleşmeye geçilmesi ile ilgili kararların açıklanması beklenirken aynı gün okulların açılacağının duyurulması zaten yanlıştı.
Bu noktada belirtelim, ülke genelinde kademeli normalleşme kararları çok geç açıklandı. 
İl Hıfzıssıhha Kurullarının il genelinde uygulanacak kuralları duyurması da gece saatlerine kaldığı için okul yöneticileri, öğrenciler ve veliler büyük bir sorun yaşadı.
Resmi dairelerin çalışma saatlerinin eski haline dönmesinin geç açıklanması da çalışanları sıkıntıya soktu.

Devlette “Rabbim de millet de bizi affetsin” anlayışının zaman içinde değişik örnekleriyle siyaset tarzı haline geldiğini görüyoruz.
Kamu yönetiminde zaman zaman yanlış uygulamalar olabilir ancak kurumsal denetim mekanizmaları ve uyarı sistemleri hataların azaltılması için vardır.
Tek kişiye bağlı bir yönetim anlayışında kontrol devrede olmadığı için “özürlerin” çoğalması da sıradanlaştı.

Toplumda zaman zaman “Bakan özür diledi, daha ne yapsın” şeklinde yorumlara da tanık oluyoruz.
“Özür dilemek” insani ve hoşgörülebilir bir duruşu ifade edebilir elbette ama ülkeyi yönetenlerin sadece özür dileyerek hesap vermekten kurtulmaya çalışmaları ise kabul edilemez.
Ayrıca özür dileyerek vatandaştan anlayış bekleyen yöneticiler aynı hoşgörüyü, pandemi sürecinde vergisini, kredi kartı borcunu, faturalarını ödemeyi geciktiren vatandaştan neden esirgerler?