1950 yıllarında İlk okulu okuyanlar, sınıflarında kimin zengin kimin fakir olduğunu
bilmezdi. Çünkü hepimizin giydiği siyah önlüklerimiz vardı. Tek farkımız birbirimizi
cinsiyet gözetmeden kardeş gibi sevmemizdi. Her şeyimizi paylaşırdık. Bütün bir
silginin yarısını, silgisi olmayan arkadaşım için, okulumuz hademesi Ahmet amcaya
çakısıyla kestirmek gayet normaldi.
Bizim kuşak insanda eksik aramazdı. Sınıfımızdaki topal arkadaşımızın birinci
sınıftan beşinci sınıfa kadar yanında topal kelimesini kullanmadığımızı hatırlıyorum.
Sümüğü akan arkadaşım için annemden fazla bir mendil vermesini, arkadaşıma
vermek istediğimi söylediğimde annem iki tane mendil verip yanağımdan öpmüştü.
Öğretmenlerimizse hepimizi evlatları gibi severdi. Bizlerin eğitimi için, bir şeyler
öğrenmemiz için, nasılda uğraşırlardı. Üçüncü sınıftayken hocamız yarın herkes
evinde defterine küp çizsin demişti. Sınıfta beş arkadaşımız turşu küpünü çizip
getirmişti. Öğretmenimiz anlattığı konuyu anlamadığımızı anlamış ve iki gün tekrar
ederek bizlerin öğrenmesini sağlamıştı. Tüm öğretmenlerimizi rahmetle anıyoruz.
Bizim kuşak arkadaşlık kavramının temelini ilk okul sıralarında attı, akadaşlığın ne
anlama geldiğini o yıllarda öğrendi. Birbirimizin o sümüklü, sulugöz halleri dün gibi
hatırımızda olduğu için birbirimize hava atmadan doğal kalabiliyoruz. Bizler
büyüdükçe yaşamın acı yanlarını da tatlı yanlarını da birlikte aşmayı taa ilk okul
yıllarında öğrendiğimiz için hiç zorluk çekmedik. Birbirimizi uzun yıllar sonra tekrar
bulduğumuzda sanki dün berabermiş gibi kaldığımız yerden devam etmesini
biliyorsak, aldığımız o güzel eğitimdir.