Boğaziçi Üniversitesi’ne  Prof. Dr.  Melih Bulu’nun 2 Ocak  2021 tarihinde  atandığından bu yana üniversitede bir “Melih Bulu” sorunu vardı. Protestolar, polis müdahaleleri, akademisyenlerin sırt dönme eylemleri  bunlar arasındaydı. Boğaziçi Üniversitesi mezunları, Ocak ayında Melih Bulu’nun yüksek lisans ve doktora tezlerinde intihal (bilimsel hırsızlık) saptadıkları bölümleri raporlaştırarak Yükseköğretim Kurulu’na iletmiştir. Basında yer aldığına göre YÖK Genel Kurulu,  oybirliği ile Bulu’nun görevden alınması yönünde Cumhurbaşkanlığına teklif götürülmesine karar vermiştir.  Teklif Cumhurbaşkanına ulaşır ulaşmaz  Erdoğan tarafından onaylanmıştır.

Görevden alınmanın en önemli sebeplerden biri, belki de en önemlisi hakkındaki intihal iddiasıdır.  Basında yer alan haberlere göre Prof. Dr. Melih Bulu ile ilgili hazırlanan ve Bulu'nun koltuğunu kaybetmesinin sebebi olan "intihal” raporunda, intihalin belirlenmesi  durumunda tezinin iptali, unvanların geri alınması ve suç duyurusunda bulunulması talep edilmiştir. 

Gazeteci Deniz Zeyrek'e göre Bulu'yu koltuğundan olmasında en önemli faktör  "intihal" iddialarıdır: "Bulu'nun gidişinde en somut gerekçe ise intihal dosyası oldu. Göreve başladıktan sonra YÖK'e Bulu'yla ilgili çok sayıda ihbar dosyası geldi. YÖK, bu başvuruları görmezden gelemedi ve geçen çarşamba günü yapılan, tek gündemi Bulu olan YÖK Genel Kurulu toplantısında masaya yatırdı. Birçok iddianın somut verileri olunca da görevden alma kararı verildi. YÖK Başkanı Yekta Saraç, aynı gün Cumhurbaşkanı'yla görüşerek kararı iletti."

Gazeteci İsmail Saymaz’a göre  YÖK’ün önündeki Melih Bulu raporu şöyledir:  “Bulu'nun  doktorasında 70 alıntıda intihal var, 4 alıntı başkasına ait olduğu belirtilmeden kullanıldı, alıntılar tezin yüzde 30'unu oluşturuyor, Boğaziçililer intihal raporunu Cumhurbaşkanlığına da gönderdi.” İntihal raporunun 45 sayfalık olduğuna dikkat çeken Saymaz’ın tespiti şöyledir:  

"Bulu'nun doktorasında 32 kaynaktan yapılan 70 ayrı alıntıda intihal bulgusu var. 70 alıntıdan 28'i kaynakçada belirtildi. 59 alıntıda fikir sahibi kişiye ve esere atıfta bulunulurken, tırnak işareti kullanılmadı. Bu şekilde 59 adet yanıltıcı referans var. Kelimesi kelimesine yapılan dört alıntı ise başkasına ait olduğu belirtilmeden ve kaynakçada anılmadan kullanıldı. Alıntılar tezin 40 sayfasına dağılıyor ve yüzde 30'unu oluşturuyor. Sayfa 11-16, sayfa 19-31, sayfa 36-43 arasında neredeyse Bulu'ya ait bir cümle yok. Tezlerin giriş, literatür tarama, metedoloji bölümlerinin büyük kısımları farklı kaynaklardan kopyalanarak oluşturulduğu halde kaynak gösterilmedi.” 

Rapor’da Bulu'nun American Psychology Association (APA) kurallarına göre tezlerini yazdığı ifade ediliyor. Bu kurallara göre alıntı yapılan metin 40 sözcükten az ise tırnağın içinde alınması gerekiyor. Alıntılanan yazarın adı, yayın yılı ve yayındaki sayfa numarası belirtiliyor ve bunlara kaynakçada yer veriliyor. Alıntı 40 sözcüğün üzerindeyse ya paragraf girintisi yapılıyor ya yazı karakteri değiştiriliyor ya da metin renklendiriliyor. Bulu'nun kurallara uymadığı, usule uygun referans vermediği, başkasına ait cümleleri kendisininmiş gibi gösterdiği savunularak şöyle denilmektedir: 
“Bu durumun sıklığı da bir anlam ifade eder. Birkaç tane unutmuş olsaydı hata kabul edilebilirdi. Ancak 70 kere unutmuş. Bu özensizliğin ya da unutkanlığın ötesinde sistematiktir. Alıntı yoğunluğunun dikkati çekmemesi için kasıtlı olduğu gözükmektedir. İlk 30 sayfada yedi yayından bloklar halinde ve yoğun alıntılar var. Yalnız yayınlara atıfta bulunarak, alıntı olduğu belirtilmeksizin, kendi ifadesi gibi kullandı. Bazı paragraflarda yazarlara atıf bulunmuyor.”(https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/ismail-saymaz/yokun-onundeki-melih-bulu-raporu-6544810/)
YÖK Bulu hakkında kesinleşmiş yargı kararı bulunmamasına rağmen, hakkında kesinleşmiş yargı kararı  bulunan Anadolu Üniversitesi İİBF İktisat Bölüm Başkanı hakkında neden gereğini yapmıyor, anlamış değilim. Bu, YÖK’ün çifte standardıdır. Anadolu Üniversitesi sayın rektörüne 20 Mayıs tarihinde göndermiş olduğum mail aşağıdadır ama ilgili hakkında  soruşturma  açılmamıştır.
                                                                                           “20.05.2021 Sayın Rektör Hocam, Bugün gazetede  aşağıdaki haberi okuyunca size daha önce ilettiğim intihali mahkeme kararıyla kesinleşmiş kişinin Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümü’ne ikazıma rağmen Bölüm Başkanı yapmış olmanız hukuk dışı bir tasarruftur.  Bu Üniversiteye  dışardan gelmiş biri değilim. Tam 42 yıl hizmet ettim. Kimin kim olduğunu “X” kişisinden  öğrenmedim. 42 yıl emek verdiğim ve büyük uğraşlar sonucunda intihalini  belirlediğim kişinin kusura bakmazsanız eğer, Bölüm Başkanı olmasını kabul edemem.  Üniversitemizin kurucusu ve İktisat Bölümü’nün duayen iktisatçısı  Prof. Dr. Orhan Oğuz hocama henüz bu durumu aktarmadım. Bu kişiyi Bölüme asistan  olmasını kayınpederim Prof. Halil Dirimdekin’e söyleyen kişi de bendim maalesef. Çünkü ben Paris’te iken evimize gelerek benden yardım istedi. Kardeşi Lille kentinde  çalışıyordu. 
Şimdiye kadar YÖK’e ve basına bu konuyu aksettirmedim. Sizden aşağıdaki mahkeme kararını uygulamanızı talep ediyorum. Herhalde bu kararı ciddiye alır ve Anadolu Üniversitesi’nde İktisat Bölüm Başkanının intihali yargı kararı ile kesinleşmiş ve Rahşan affından yaralanarak gelen birinin üniversitemiz tarihine kara leke olarak geçmesine  izin vermezsiniz. Ülkemizde yargı kararlarına uymak tüm yetkili kişiler için hukuki bir sorumluluktur. Saygılarımla. Prof. Dr. S. Rıdvan Karluk” 
“P.s.  Aşağıda bildirimde intihali nasıl yaptığı isim verilerek açıklanmış olmasına rağmen bilim hırsızı kişi sesini çıkaramamıştır. Bir not: Tüm kaynaklar İngilizcedir. Fakat kendisi İngilizcenin “İ” sini bilmemektedir. Yabancı dili Fransızcadır. Çünkü kopya çektiği kitaptaki tüm kaynaklar İngilizcedir. İspatı çok kolaydır. Davet  ederek  İngilizce mülakat yapın ve gerçeği görün. Sakarya’da yayınlanan kendisi ile ilgili iki yazım o dönemde 10 bin tıklanma almıştır.”
“İntihalci öğretim üyesinin intihal yaptığının Ankara 14. İdare Mahkemesi’nin 07.03.2012 gün ve e2010/1192, 2012/254 sayılı ve 7 nisan 2012 tarihli kararında intihal fiilinin işlendiği tespit edilmiştir. Şu halde davacının mezkur eserinde intihal yapıldığı hususunda emarenin mevcut olmadığından söz edilemez.  Dolayısıyla davalı tarafından yazılan yazı görünüşteki gerçeğe uygundur. Görünüşteki gerçeğe uygun olan bir yazı nedeni ile yazan kişi aleyhine manevi tazminata hükmetmek mümkün olamayacağından… dava reddedilmiştir.” Karar temyiz edilmiş fakat Yargıtay mahkemenin kararını onaylamış ve karar “muhkem kaziye” haline gelmiştir. Tüm gelişmeler aşağıdaki kaynakta açıklanmıştır.
 
Anadolu Üniversitesi’nde yaşanan bu örnek  skandaldır. İntihal ile suçlanan  öğretim üyesini belirlemek için belirlenen üç üyeden ikisi, intihal ile suçlanan öğretim üyesi ile AÖF’de ortak kitap yazmışlardır. Üçüncü öğretim üyesi ise olayı ortaya çıkaran anabilim dalı başkanına, ilgili öğretim üyesi hakkında “intihal yoktur” raporuna imza attıktan sonra kendi el yazısı ile “senin intihal tespitin doğrudur” şeklinde yazılı  açıklamada bulunmuştur. Suçlanan ile suçu belirleyecek bilirkişiler arasında “çıkar ilişkisi” olan (ortak ders kitabı yazmak gibi) bilirkişi heyetleri hiçbir zaman doğru tespitte bulunamaz. Bu sebeple intihali belirleme konusundaki yetkinin üniversitelere bırakılması doğru değildir.
Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, bilimsel intihal yapan  öğretim üyesinin öğrencinin karşısına çıkmaması gerektiğini belirtmektedir. Prof.  Teziç bu konuda şu gerçeğe dikkati çekmektedir: "Ona hocalık görevi yaptırılmamalıdır. Artık o kişinin bir daha üniversitede kürsüye çıkıp öğrencilere ders verir aşamada olmaması ve hocalık kisvesi içinde üniversitede bulunmaması gerekir" (Karluk, 2011a). 
Üniversitelerimizde çok sayıda bilimsel yanıltma ve aşırmacılık olayı olduğu bilinmesine karşılık, yöneticiler bunların ortaya çıkması için gerekli hassasiyeti göstermemektedir. Bu durumda "elma bizdense çürük değildir", "kol kırılır yen içinde kalır" zihniyeti üniversitelerimizde yaygınlaşırsa, bilimsel hırsızlıklar ile mücadele yapmak mümkün olamaz. Üniversitelerimizde bilime saygı, üniversitelerimizin namusudur. Bunu kaybetmek, üniversitelerimizin bilimsel namusunu kaybetmesi anlamına gelir. 
Anadolu Ajansı 22 Şubat 2011 tarihinde, Türkiye’de intihal ile suçlanan bazı öğretim üyelerine örnek olacak bir haber yayınlamıştır: “Doktorasında intihalle suçlanan Almanya Federal Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg, doktora tezini tamamladığı Bayreuth Üniversitesi'nden akademik unvanının geri alınmasını istedi.” Doktora tezinde yaptığı intihal sebebiyle  eleştiri oklarına hedef olan Karl-Theodor zu Guttenberg bakanlık görevinden istifa etmiştir. 
Guttenberg’in 2006 yılında üstün başarı derecesi alarak tamamladığı doktorasında bazı bölümlerin çalıntı olduğu iddiaları ilk önce tuhaf olarak nitelendirmiş, ancak 1000’den fazla dipnot bulunan tezde bazı hatalar da yapmış olabileceğini ortaya çıkmıştı. Hırıstiyan Sosyal Birlik (CSU) partili siyasetçi, skandalın büyümesi üzerine özür dilemiş, ancak istifa çağrılarını geri çevirmişti.
Almanya’dakinin aksine   Türkiye’de bir gelişme olmuştur. İntihalci öğretim üyesinin intihal yaptığının Ankara 14. İdare Mahkemesi’nin 07.03.2012 gün ve E2010/1192, 2012/254 sayılı ve 7 Nisan 2012 tarihli kararında intihal fiilinin işlendiği tespit edilmiştir. Bu karardan önce E. K. Eskişehir Sakarya Gazetesi’nde konu ile ilgili olarak yazdığım bir yazı sebebiyle aleyhime açmış olduğu “20 bin TL’lik” tazminat davasında Eskişehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas Karar No: 2009-2010/20) hem davayı reddetmiş ve hem de kendisinin intihal fiilini işlediğini bilim jürilerinin hakkında verdikleri raporları esas alarak şöyle tespit etmiştir: 
“Şu halde davacının mezkur eserinde intihal yapıldığı hususunda emarenin mevcut olmadığından söz edilemez. Dolayısıyla davalı tarafından yazılan yazı görünüşteki gerçeğe uygundur. Görünüşteki gerçeğe uygun olan bir yazı nedeni ile yazan kişi aleyhine manevi tazminata hükmetmek mümkün olamayacağından… dava reddedilmiştir.” 
Karar temyiz edilmiş Yargıtay Mahkeme’nin kararını onaylamış ve karar “muhkem kaziye” haline gelmiştir.  Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan göreve başlar başlamaz intihallerin af edilmeyeceğini açıklayarak, intihalcilere göz yumulmayacağının sinyalini vermiştir ama döneminde YÖK üniversitelerdeki bilimsel hırsızlıklar konusunda etkin bir tavır sergileyememiştir (Karluk, 2009a, 2009b, 2009c). 
Gazeteci ve tarihçi Murat Bardakçı’nın 12 Mart 2008 ve 2 Ekim 2015 tarihli yazılarındaki tespitlere katılmamak mümkün değildir: “Üniversitelerin intihal olayları karşısında ne kadar sessiz kaldıklarını kendi yazdıklarımın neticesinden biliyordum. Akademik hırsızlık olayıyla karşılaşan yönetim bu işi genellikle örtbas etme yolunu tercih ederdi; zira ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ misali vaziyetler söz konusuydu. Seneler boyunca yazdığım ve belgeleriyle ortaya koyduğum dünya kadar intihal hadisesi önce YÖK, ardından da rektörlükler yahut dekanlıklar sayesinde örtbas edilmiş, sadece tek bir intihalciye birkaç aylık ceza verilmiş, hemen ardından o ceza da affedilmişti…Yine de geçenlerde gönderilen ve şimdiye kadar eşine-emsâline rastlamadığım bir intihalden bahsetmeden edemeyeceğim: Unvanlı hırsızın biri, Amerikalı bir fizikçinin 1955’te yayınladığı makalesini 2000’li senelerde almış, Türkçe’ye çevirmiş ve kendi adıyla neşretmişti! Yani, teknolojinin bu kadar hızlı geliştiği bir devirde kendisinden de yaşlı bir makaleyi çalmış, hırsızlığı farkedilince fakültesine şikâyet edilmiş ama açılan soruşturmadan sonuç çıkmamıştı!” (Bardakçı, 2008, 2015). 
Bilimsel yolsuzluk gizlilik içerisinde yürütülür. Bu sebeple ortaya çıkarılması güçtür. Bir üniversitedeki etik dışı uygulamaları üniversite dışındakilere göre daha iyi bilen, üniversite içerisindeki görevlilerdir. Etik değerlere saygılı öğretim üyelerinin bazı sıkıntıları göze alarak meslek onurunu korumak amacıyla etik dışı uygulamalarda bulunanlarla mücadele etmeleri, onların başta gelen görevleri olmalıdır. Mevcut örgüt kültürü içerisinde ihbarda bulunanlar hoş karşılanmadığı için, etik değerlere sahip çıkanlar istenmeyen kişi ilan edilebilirler. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” ya da “benim hırsızım iyidir” anlayışı ile hareket ederek etik dışı uygulamaları görmezden gelmek, üniversitelerimizde bilim etiğinin yaygınlaşmasına yol açar. 
Üniversitelerde etik değerlerin yerleşmesi ve bilimsel yolsuzlukların önlenebilmesi için çıkar çatışmasına dikkat edilmelidir. Çıkar çatışması; kamu görevlilerinin görevlerini tarafsız ve objektif şekilde yapmalarını etkileyen ve kendilerine, yakınlarına, arkadaşlarına sağlanan her türlü çıkarlardır. İntihal yaptığı kesin olan bir öğretim üyesinin suçunu örtmek için “intihal yoktur” şeklinde rapor verenler üniversite dışına çıkarılmadığı sürece, Türkiye’de bilimsel hırsızlıkların önüne geçmek mümkün olmaz. 
Türk üniversitelerinin dünyadaki üniversite sıralamalarında üst sıralara çıkabilmeleri için bilim etiği konusunda daha hassas olmaları gerekmektedir. Nitekim dünya üniversitelerinin bilimsel performansını ölçen uluslararası kuruluşların önde gelenlerinden biri olan CWTS Leiden Ranking 2010-2013 dönemi Web of Science (WoS) atıf endekslerine dayanan 2015 yılı derecelendirme sonuçlarına göre (http://www.leidenranking.com/) tüm dallardaki genel sıralamada ilk 500’e giremeyerek 721’nci olan Ege Üniversitesi, iki yıl önce Harvard, Chicago, Princeton ve MIT gibi dünyanın en prestijli üniversitelerini geride bırakarak dünya ikincisi olduğu Matematik Bilgisayar Bilimleri dalında 536 sıra birden geriye düşerek 538’nci olabilmiştir. (http://www.leidenranking.com/ranking/2015). 
Ege Üniversitesi iki yıl önceki Leiden 2013 dünya üniversiteleri sıralamasında tüm dalları kapsayan genel sıralamada 474’ncü olarak dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasında bulunurken, Matematik Bilgisayar Bilimleri dalında ilk 10’a girerek dünya ikincisi ve ayrıca Avrupa, Asya ve Türkiye birincisi olmuştu (http://www.leidenranking.com/ranking/2013). 
Bu büyük başarı internet ve basın aracılığıyla EÜ mensupları ve Türk kamuoyuna büyük bir coşku içinde duyurulmuştu. Fakat daha sonra bu başarının bilimsel bir temele dayanmadığı ortaya çıkınca çok hızlı bir düşüş yaşanmıştır. Türkiye’de temiz bir bilim dünyası için üniversitelerimizde bilimsel yolsuzluklardan arındırılmış eserler üreten öğretim üyelerinin sayısı artmalı, intihal yapan öğretim üyeleri yüksek öğretim sisteminin dışına çıkarılmalıdır. 
Bu yapılmadığı sürece Türkiye’de bilimin gelişmesi mümkün olamaz. Gerçek anlamda bilim insanları bilimsel hırsızlık olayları karşısında tepkisiz kalmamalıdır. İntihal teşebbüsünde bulunanlara karşı açıkça ve kararlı bir şekilde mücadele edilmelidir. Basın ve yayın yoluyla intihalciler açıklanarak benzer eylemler içerisinde olanlara fırsat verilmemelidir. Aksi durumda Türk üniversitelerinin dünya sıralamalarında üst sıralara gelmesi hiçbir zaman mümkün olmaz.