Geçen gün davet edildim...  
Davet sahibi, Türkiye Güçsüzler ve Kimsesizlere Yardım Vakfı Eskişehir Şube Başkanı Yasemin Nazlı Öztürk idi.  
Çalışmışlar çabalamışlar, dişlerinden tırnaklarından artırıp kendilerine bir hizmet binası almışlar.  
Görmemi istediler.  
*  
Gittim ki… aman Allah!  
Bütün odalar, mutfak banyo dahil her yer renk renk, envaî çeşit kumaşlar, dikiş makinaları ve türlü malzemelerle tıklım tıklımdı.  
Meğer kermes hazırlığındaymışlar. Heyecanla buyur ettiler. Yer gösterip oturtmaya çalıştılar.  
Ama nereye..?  
Ben, çay kahve, pasta börek ikramı beklerken, görünürde oturacak bir karış yer yoktu.  
Hani iğne atsan yere düşmez derler ya…Tam da öyle.  
“Zararı yok, ayakta durayım” diye bir köşeye dikildim.   
Bir yandan çalışmaları seyrediyor, bir yandan da,  
“Maşallah bu hanımların her biri canlı bereket…” diye geçiriyordum aklımdan.   
*  
Hepsi de, anaç bir beceriyle, “ENERJİSİNİ ÇALIŞIRKEN KENDİSİ ÜRETEN” makinalar gibiydi.    
Uysal iyilikleri yüreklerinden akıyor; gözlerinde parlıyordu.   
Kalpleri ise yara sarma sevdasıyla doluydu.   
*  
Amaçları, elden ayaktan düşmüş kimi kimsesi olmayan insancıkların ömür boyu bakımını sağlayıp, onlara yaşanabilir bir hayat sunmak.  
Ahir ömürlerinde onları bir evlat şefkati ve sıcaklığıyla kanatları altına almak ve hepsinin hayatlarına ışık verecek bir pencere açmak...  
Nitekim başarmışlar da…  
Şu an neredeyse yetmişten fazla yaşlı insanı barındırıp bakıyorlar.  
Bundan daha büyük sevap, bundan daha büyük ibadet olur mu?  
*  
 “Rüyaları gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır” deyip kolları sıvamışlar.   
Neler neler yapmamışlar ki..?  
Mihalıççık’da dört katlı, 72 odalı binayı (huzur evi değil) YAŞLILAR KÖŞKÜ yapmışlar.  
Tepeden tırnağa bakım ve onarımını gerçekleştirerek, güneş enerjisi, elektrik ve sıcak su tesisatı, jeneratör, yeni mutfak tezgâhı, yeni büyük ocaklar, büyük bir fırın ve yeni dolaplar, çamaşır ve bulaşık makinaları ile donatmışlar.  
Yetmemiş, çim biçme makinası ile insancıkların her ihtiyacını görecek bir de MİNİBÜS almışlar.  
Üstüne bir de “MİNİ ÇİFTLİK” kurmuşlar; organik beslensinler diye...  
*  
Biliriz ki, böylesi hayırlı bir kuruluşu kurmak yetmez!  
Daha önemlisi, onu idame ettirmek, yaşatmaktır.  
Hem de ne kamu, ne yerel, ne özel... hiçbir kurum ve kişiden dişe dokunur bir teşvik ve destek göremeden…   
Bunca yaşlı insanın iaşe, ısınma, sağlık v.s. gibi günlük ihtiyaçlarının yanında, çalışanların ücret, sigorta v.s. giderleri ve akla gelmeyen nice masraflarını bir düşünün!   
Kendimce bir muhasebe yaparak bu hizmetlerin maliyetini hesaplamaya kalktım.  
Baktım ki, "dört işlem"le bu hesabın içinden çıkamam; anında vazgeçtim.  
*  
Peki, Yasemin Nazlı Öztürk ve bir avuç hanım arkadaşı bu işin üstesinden nasıl geliyorlar?   
Cevabı basit; kendi enerjilerini kendileri üretiyorlar da ondan!  
Yöntemlerinden biri de, çeşitli vesilelerle yaptıkları kermesler.  
Hizmet binalarını bir oturma, bir dedikodu yeri değil, bir “üretim atölyesi” haline getirmişler.  
Gece gündüz demeden, el emeği göz nuruyla alın teri dökerek akla gelebilecek her türlü eşyayı üretiyorlar. Ve bunları kermeslerde değerlendirip Yaşlılar Köşkü’nün ihtiyaçlarına harcıyorlar.  
*  
Bütün bu çalışmalar birkaç gün sonra yapacakları kermesleri içinmiş. 
Mutlaka gelmem konusunda ısrar ettiler.  
Gittim ki arı kovanı…  
Kermes için yeri, şehrimizin tanınmış ve sevilen iş adamı Avrasya Halı’nın sahibi Molla Şahbaz tahsis etmiş.   
Hem de her zaman yaptığı gibi, maddî manevî hiçbir karşılık beklemeden.  
Bir süre sonra Eskişehir’imizin simgesi ve gururu Mithat Körler, Eski Merkez Komutanımız, sempatik ve güler yüzlü tavırlarıyla herkesin sevgi ve saygısını kazanmış Seyit Albay, iş adamı Muzaffer Demirtaş, Berberler Ve Kuaförler Odası'nın çiçeği burnunda başkanı(benim kadim berberim)Gürdal Sarıkaya ve arkadaşları geldiler.  
Benim için eski dostları görmek mutlu bir tevafuk oldu. Gönül doyurucu bir sohbet sırasında Yasemin Hanım çalışmalar hakkında bilgi verdi.  
Dikkat ettim de, biraz buruktu. “Şehrimizin bürokrat ve siyasilerini davet ettik” dedi. “Maalesef açılışımıza hiçbiri gelmedi. Tamam, maddî destek vermiyorlar. Hiç olmazsa gelip ziyaret ederek moral veremezler miydi?”  
Güldüm.   
-Moralini bozma Yasemin Başkan dedim. Onların böyle küçük ve önemsiz(!) işlere ayıracak vakitleri yoktur. Hoşgör…  
Tam bu sıra, “Milletvekilimiz Emine Nur Günay Hanım geliyor” sesleri duyuldu.  
Baktım; Yasemin Hanımın yüzünde mutlu bir ifade, gözleri parladı.   
-Bakın, dedi hakkını teslim etmem gerek. Emine Hanım her etkinliğimize gelmiş ve bizi desteklemiştir, deyip uçarcasına karşılamaya koştu.  
Bir süre sonra Sayın Vekilimiz masamıza teşrif ettiler.  
Kendilerini gıyaben tanısam da ilk kez yakından görüyordum.   
Zarif, naïf bir hanımefendi. Sıcak ve mütevazi tavırlarıyla gönüllere girmiş.  
Memleket meseleleri üzerine uzun uzun sohbet ettik. Bir cümlesi dikkatimi çekti: “Vali Bey, kimse kusura bakmasın, kadınlar söz konusu olunca ben de pozitif ayırımcılık yaparım; yapmak da lâzım, değil mi?”  
*  
Biz ayrıldıktan sonra diğer Vekilimiz Jale Nur Süllü Hanımefendi de teşrif etmişler.  
Kendilerini görev yıllarımdan tanırım. Gayretlidir, dosttur, vefalıdır.  
Eminim Yasemin Hanım o Vekilimizin teşrifiyle daha da mutlu olmuştur.  
Her iki hanım vekilimizin böylesi hayırlı bir hizmete destek ve sahip çıkmaları Başkan Yasemin Hanım ve arkadaşlarına hiç şüphesiz büyük moral olmuş ve sevindirmiştir.  
İçimden, “Ne varsa yine de kadınlarda var” demekten kendimi alamadım.  
*  
Yarın KADINLAR GÜNÜ…  
Diyorum ki;  
Laf üretmeyip iş üreten,  
Yüreklerinde ana sıcaklığı,  
Gönül onaran, yara saran, gözyaşı silen,  
Rikkatli, şefkatli, merhametli kadınlarımıza…  
Tüm "Kanatsız Meleklere” selâm olsun!