24 Haziran 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” getirdiği yönetsel ve kurumsal değişiklikler bağlamında çeşitli çevrelerde tartışılmaya devam ediyor.  
Başkanlık sistemi olarak konumlanan ancak gelişmiş demokrasilerde olmazsa olmaz unsur olan ‘denge-kontrol mekanizmasını’ içermeyen ‘ülkemize özgü yönetim sistemiyle’ üç yılı geçirdik.
Getirilen rejim değişikliğiyle yasama, yürütme ve yargı ayakları üzerine oturtulması gereken “güçler  ayrılığı” sistemi terk edilerek “güçler birliği” anlayışı benimseniyor.
Yasama ve yürütme ağırlıklı olarak tek elde Cumhurbaşkanında toplanmış durumda.
Bu görüşü kanıtlayan rakamlara bakmakta yarar var.

Yapılan bir incelemeye göre, son bir yıldaki Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılan kararname sayısının TBMM tarafından çıkarılan kanun sayısının üç katı olduğu açıklandı.
Son bir yılda TBMM tarafından 38 yasa ve 669 yasa maddesi çıkarılırken Cumhurbaşkanı tarafından yayınlanan 41 kararnamedeki madde sayısının 1.915 olduğu görülüyor.
Tekrar edelim, Cumhurbaşkanı tarafından 3 kat daha fazla yasama işlemi yapıldığı anlaşılıyor.
Yazının başında belirttiğimiz gibi TBMM, yasama yetkisini büyük ölçüde Cumhurbaşkanına devretmiş durumda ve doğal olarak “kararnamelerle yönetilen” bir ülke haline geldiğimiz söylenebilir.

Diğer yandan bu süreçte anayasamızda belirlenen ve kanunla düzenlenmesi gereken alanlarda bile kararname çıkarılması anayasa aykırılık bakımından çok önemli sorunlar oluşturmaya devam ediyor.
Cumhurbaşkanı kararnameleriyle ilgili herhangi bir “izleme mekanizması” olmadığı için getirilen düzenlemelerle ilgili itiraz da yapılamıyor.
Bu noktada güncel bir örneği anımsayalım.
Danıştay, İstanbul Sözleşmesinin Cumhurbaşkanı kararıyla feshinin iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle açılan davayı reddetti.
Kararın gerekçesi ise gerçekten üzerinde durulmaya değer.
Danıştay, “Sözleşmeden çekilme kararının Cumhurbaşkanının yetkisine tabi olması nedeniyle yargı denetimi dışında olduğuna” hükmetti.
Oysa ki İstanbul Sözleşmesi Anayasamızın 90/5 maddesi uyarınca kanun hükmündeydi ve TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmişti.
Sözleşme kabul edilirken izlenen yolun feshedilirken izlenmemesi ve Danıştayın “Cumhurbaşkanı kararlarını yargı denetimi dışında bırakması” hukuki olarak tartışmaya açık bir konu olmaya devam ediyor.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin uygulamalarına bakınca siz okuyucuların aklından geçtiğini tahmin ettiğim soruyu ben de sormak istiyorum.
Cumhurbaşkanı yasama yetkisini kararnameler yoluyla  kullanıyorsa yasama organı olan TBMM’ye ne gerek var? 
Bu soruyu TBMM’nin saygınlığına gölge düşürmek maksadıyla değil yeni yönetim anlayışının geldiği noktayı anlatabilmek için gündeme getiriyorum.
Şu anda Mecliste görev yapan Milletvekilleri ne yanıt verirler, bilemiyorum ama vatandaşların çoğunluğunun görüşlerinin çok da olumlu olduğu söylenemez.
Halkın temsilcilerinden oluşan, seçimle göreve gelen TBMM’deki 600 Milletvekilinin Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde etkin olamadıkları ortada.
İktidar partisinin milletvekilleri, partili Cumhurbaşkanından gelen talimatlar doğrultusunda görev yapıyor.
Muhalefet partilerinin milletvekillerinin halkın sorunlarına çözüm getirmek için verdikleri yasa teklifleri ve önergeler de ne yazık ki yeterli oy çoğunluğu olmadığı için olumlu sonuçlandırılamıyor. 
Meclisin denetim işlevini yerine getirmek için muhalefet tarafından verilen soru önergelerine ise kopyala-yapıştır tarzı birbirinin aynı cevaplar veriliyor.
Milletin iradesinin tecelli ettiği yer olan TBMM bu haliyle ne yazık ki işlevsiz kılınmış durumda.
Türkiye’nin idari yapısının ve yönetim anlayışının yeniden şekillendirildiği bu süreçte demokratikleşmenin önündeki engeller ise artarak devam ediyor. 

Oysa ki “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” en doğru çözüm olarak ortada duruyor.