Akşamdan sabaha gündemin hızla değiştiği geleceğe dair belirsizliğin hakim olduğu günler bir türlü bitmek bilmiyor. 

Gerekçesi açıklanmayan ani kararlarla yaşamımızda nelerin değiştiğini anlamakta güçlük çekiyoruz.
Geçtiğimiz Cuma gece yarısı yayınlanan 3718 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi beklenmedik bir şekilde gündemi tamamen değiştirdi.
2011 yılında Meclisteki tüm partilerin oy birliğiyle kabul edilen uluslararası bir sözleşmenin aradan geçen on yıldan sonra Cumhurbaşkanı kararı ile feshedilmesinin hukuki hiç bir geçerliliğinin olmadığı ortada.
Fesih kararı hukukçuların görüşüne göre “Yok hükmünde” ancak iktidar daha önce pek çok örneğinde olduğu gibi hukuka bağlı kalmayarak aksini yapıyor.
Sözleşmenin feshine ilişkin 80. Maddeye göre bildirim Avrupa Konseyi Genel Sekreterine ulaştığı tarihten itibaren üç aylık sürenin bitiminde yani 1 Temmuzdan itibaren geçersiz olacak.

Neden böyle bir karar alındığını artık çok da fazla tartışmaya gerek yok.
Bu noktada geniş tabanlı bir toplumsal destek olmadan daha önce sözleşmeyi onaylayan partilere ve konuya duyarlı sivil toplum kuruluşlarına danışılmadan alınan kararın açıklanmasından sonra hangi çevrelerin  “mutlu olduğuna ve teşekkür ettiğine” bakılması yeterli.
Gerekçesinin açıklanmasına ihtiyaç bile duyulmayan kararla ülkemizdeki 42 milyon kadına ihanet edildiğini söylemek mümkün.
Aile bütünlüğünü bozduğu iddia edilen Sözleşme kaldırılarak aileyi koruma(!) adına kadına şiddet dolu bir yaşam vaat ediliyor.
Şiddet gören kadın hak aramasın,
Koruma kararı aldırmasın,
Kaderine razı olsun, isteniyor.

Bundan sonra neler olur derseniz, çok da olumlu bir tahminde bulunmak mümkün değil.
Bir süreden beri illerdeki “Şiddetle Mücadele Eylem Planı” çalışmaları durdurulmuştu.
Yakında İstanbul Sözleşmesi’nin uyum yasası olan 6284 sayılı yasanın kaldırılması gündeme gelebilir.
Devamında Medeni Kanunu bile hedef alacak gerici girişimler olabilir.
“Kadına yönelik şiddet politiktir” derken anlatmak istediğimiz sorunları ne yazık ki farklılaşan biçimleriyle yaşamaya devam ediyoruz.
Kadının giyimi, makyajı, kaç tane çocuk sahibi olacağı üzerinden yürütülen tartışmalar şiddet gören kadının hak arayışının önünü kapatmaya kadar geldi.
Şiddet mağduru olan ve bu nedenle yaşamını yitiren kadınları bir istatistik verisi olarak görüp diğer ülkelerle karşılaştıran  anlayıştan daha farklı ne beklenebilir ki?

Diğer yandan fesih kararından sonra yaşanan tepkilere de bakmakta yarar var.
Kadın Meclisleri, Kadın örgütleri, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformları karardan bir kaç saat sonra alanlarda Türkiye’nin her yerinde tepkilerini ortaya koydu ve hafta sonundan bu yana ara vermeksizin alanlarda seslerini duyurmaya çalışıyor. 
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere partili kadın milletvekilleri, Büyükşehir Belediye Başkanlarının eşleri, kadın kolları açıklamalar yaptılar.
İYİ Parti lideri Meral Akşener karara karşı çok net bir duruş sergiledi. 
Konuya duyarlı STK’lar kararın hukuksuzluğu ve kabul edilemezliği üzerine görüşlerini kamuoyuyla paylaştılar.
Muhalif medya konuyu gündemde tutmak için yoğun bir çaba harcıyor.
Cumhur ittifakında yer alan partilerin kadın milletvekilleri ve son dönemde onlara yanaşmaya çalışan partinin kadın temsilcileri ise ne yazık ki kadınlar adına kabul edilmesi mümkün olmayan tavırlar sergilediler.
“Sözleşmenin eşcinselliği savunduğunu” söyleyen kadın milletvekilinin yanı sıra, kadın cinayetlerini önlemede öncelikli sorumluluğu olan kendisi de bir kadın olan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı ise “Sözleşmenin metin olarak fazlaca tartışıldığını, mevcut mevzuatın yeterli olduğunu” savundu.
Üniversitelerde Kadın Araştırma Merkezlerinde görev yapan, kadın haklarıyla ilgili çalışan akademisyenlerden, emekçilerin temsilcisi olan sendikalardan ise bugüne dek güçlü bir tepkiye rastlamadım.

“İstanbul Sözleşmesi’nin feshi” ciddi bir meydan okumaydı.
 “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyen kadınlar ise Sözleşmeyi geri getirene kadar itirazlarını sürdürecekler.