Çetin Altan yazı ile uğraşanları yazı insanı ve yazar diye ikiye ayırırdı:” Yazı insanı”, bildiklerini yazıyla paylaşandır; ”yazar” ise, yazdıklarına yazı tadı katarak okuyucuyu hikayesinin peşinde sürükleyen.
Altan’ın ayırımından yola çıkarsak, yazı insanlarının yaptığı işin ağırlığını, İş insanların erişebildikleri potansiyelleri maddi ve kültürel zenginliklere dönüştürmesinin önünü açmak oluşturur. Yazı insanı, düşündüklerini ve bildiklerini yazıyla paylaşırken, bağlantılarını, iletişim ve etkileşimlerini, toplumun servet ve sermaye potansiyellerini maddi ve kültürel zenginliğe dönüştürmenin engellerini aşmak için kullanırsa sorumluluklarını yerine getirmiş olur. İş insanları ile yazı insanları arasındaki “etkileşimin nicelik ve niteliğinin” artması, yeterli gelir artışı, dengeli gelir dağılımı, insanları yaşama bağlayan refah yaratmanın önemli etkenlerinden biridir.
İş insanlarının izledikleri yazı insanlarının paylaştıkları düşünceleri yüreklendiren ya da caydıran tepkilerinin nicelik ve niteliği kendi geleceklerini derinden etkiler. Bir köşe yazısında, makalede, raporda, televizyon ekranlarındaki yorumlarda, sosyal medyada paylaşılan bilgiler, iş insanının, “yeni bir ürün ve yeni bir metot geliştirmesine” katkı yapıyorsa, o ilişkiler ve etkileşim “anlamlı”dır. Yazı insanı ile iş insanının etkileşimi, günlük medya mecralarında sürekli tekrarlanan eksikli bilgilerden besleniyor, yazı insanı “medyada med-cezir çöpçülüğü” yapıyorsa orada iki aktör arasında ortak yarar üretmenin düzeyi düşük kalır.
İş insanları ile yazı insanlarının karşılıklı iletişim ve etkileşimleri “güçlendiren, sürdüren ve verimlilik” yeniliklerine katkı yapıyorsa önemlidir; değerlidir ve anlamlıdır.
İş insanlarımız kendilerine ve yazı insanına yardımcı olacaksa, önce yapılan değerlendirmenin metoduna bakmalı: İş insanının “öngördüğü potansiyelleri, belirlediği hedefleri, yürürlüğe koyduğu uygulamaları, alınan sonuçları, öngörülen ile ulaşılan hedefler arasındaki sapmaları, kendini yeniden üretmek için yapılan ince ayarları” sorgulamayan yazı temel amacından sapar. Bir yazı insanı, Mevlana’nın dediği gibi, “Gerçek dostu olanların aynalara ihtiyacı yoktur” ilkesini benimsiyorsa, “megafon” olmanın ötesinde bir değer üretmek istiyorsa, iş insanının geriye ve ileriye doğru en az 3’er yıllık planını sorgulamakla işe başlar. Eğer iş insanı ile yazı insanının amacı kaynakları etkin ve verimli değerlendirmekse, öngörülen potansiyel hedefleri önceden açıklanır; sadece bir önceki yılın sonuçlarına göre yapılan değerlendirmelerin yanıltıcı olabileceği hususunda anlaşırlar. İş insanı ile yazı insanı, “yaratıcı yüzleşme ilkesi” gereğince, öngörülen potansiyel ile potansiyeli değerlendirerek yaratılmak istenen sonuç ve yaratılan sonuçları karşılaştıran değerlendirme yapar. İş yaşamında, düşündüklerimiz ve planladıklarımız ile elde ettiğimiz sonuçlar arasındaki makası anlatan “deneysel mesafe ayarı” önemi artan yönetişim tekniklerinden biridir.
“Yazı insanı” medyada med-cezir çöpçülüğü yapmamalı, moral ve motivasyon için bardağın sadece dolu tarafıyla ilgili olmamalıdır. ”Övgüye kabız, sövgüye amel” tavır da yanlıştır; iş insanının sadece başarılı yönlerini öne çıkararak, eksiklerini ve yanlışlarını sorgulamamak da…Bu açıdan bakarak, siyasi irade, bürokrasi, iş insanları, STK örgütleri yöneticileri ve medya mensuplarının ortak sorunu olarak değerlendirdiğimiz “ kıt sermayenin yanlış alanlara bağlanması” konusunu tartışmaya açalım.
1 Yatırım yapan iş insanlarımızın taşa, toprağa, demire ve betona sermaye bağlaması: Sahada eli taşın altındaki iş insanlarımızın büyük çoğunluğu “sermaye yetersizliğini” sorunlar gündeminin ilk sırasına koyuyor. Sahada gözlüyoruz ki, ülkemizde kıt olan sermayenin önemli bir bölümü “ tesis yeri” edinmek için harcanıyor. Yatırımcı arsa ve işyeri binaları için çimentoya, demire ve inşaata harcadıklarıyla birikmiş sermayesini tüketiyor…Oysa ülkemizin her anlamdaki birikimi, TOKİ’nin konutta yaptığı gibi yatırımcıya çıplak mülkiyet-odaklı olmayan, üretim-odaklı yeni nesil özel ihtisas organize sanayi bölgeleri kurabilecek düzeydedir. Ülkemizin üretim altyapısında anlamlı bir sıçrama yapmak istiyorsak; yeni nesil OSB stratejisini yeniden kurgulamalı, üretim örgütlenmesinin değişen paradigmalarını dikkate alarak, ülkemizi olumlu ayrıştıracak yeni yol ve yöntemler bulmalıyız. Bulacağımız yol ve yöntemler, ülkemizdeki sermayenin azlığını, sermaye piyasası araçlarının yetersizliğini, sermayeye erişebilmenin yüksek maliyetlerini “entegre yaklaşımla” değerlendirmeli. Değerlendirme sonucu netleşecek karar ve kurumlar öngörme-önlem alma, gözetim ve denetim disiplini ile işler hale getirilmelidir.
2 Tedarik sistemindeki sığlığın yarattığı sermaye bağlanması: Birçok üretim alanında salgın sonrası ve Ukrayna’daki savaşın etkileriyle tedarik zincirleri yeniden yapılanıyor. Ülkemizin küresel ölçekte başarı gösterdiği beyaz eşya üretiminde yan sanayimiz hayati öneme sahip. Hayati öneme sahip ama bu önemli üretim alanı hammadde ve komponet temininde sorunlarla yüzleşiyor: Birincisi, ülkemizdeki arz ekosistemi, yeterli kapasite, teknik olanak, yaygınlık ve derinliğe sahip değil. Temel hammadde ve komponent tedarikinde siyasi irade, bürokrasi, ana sanayi, yan sanay ve i ilgili STK’lar ,medya gibi ekonominin bütün aktörleri “tedarik ekosistemi eksikliği nedeniyle stoklara bağlanan sermayenin” gelişmeyi nasıl tıkadığı konusunu da sorgulamalı, ciddi bir planlama ile ülkemiz iş insanlarının önü açılmalıdır.
3 Eğitim sistemi ve kalifiye işgü arzındaki yetersizliğin bağladığı sermaye: İş insanlarımız eğitim sisteminin kalifiye işgücü yetersizliği nedeniyle kendi insan kaynağını kendi yetiştirmek zorunda kalıyor… Ayrıca yetişkin işgücünün devir hızı da alabildiğine fazla…Toplumsal işbirliği ile çözülmesi daha rasyonel olan işgücü arzı için iş insanının kıt kaynağını bağlaması gelişmeyi engelliyor. İş insanları ve yazı insanları işgücü yetersizliğine bağlanan sermayeyi sorgulamazsa, ciddi fikirleri sloganlarla açıklayan kasaba kültürünün tuzaklarına düşürmesinin önünü kesemeyiz. İş insanlarımızın dipteki sorunları sorgulayan yazı insanları yerine, hoşlarına giden sloganlarla durumu idare ettirenlere alkış tutarsa kendi ayağına kurşun sıkarlar. İş insanlarının gelişmeye yatırım yapma yerine, kolektif çözüm gerektiren işgücü eğitimi gibi alanlara yatırım için kaynak bağlarsa, gelişmenin hızını kesmiş oluruz.
4 Hizmet birimlerinin görev bilinçsizliğinin bağladığı sermaye: Başta yurt dışındaki Ticaret Ateşelikleri , Eximbank, Banka sisteminin küresel yaygınlığı, finansmana erişilebilirlik ve araç zenginliği gibi “hizmet örgütlenmesindeki yetersizlik” de iş insanının gelişmeye bağlayacağı sermayeyi harcadıkları alanlar. İş insanları ve yazı insanlarının gelişmelerin önünü tıkayan hizmet örgütlenmesi eksiklikleri konusunda bir ortak akla, ortak söyleme sahip olmaları gerekir…Biliyoruz “iltifat maritfete tabiidir” ama iltifatı abartırken, eksiklerimizi kutsal şallar altında saklarsak, o zaman da kasabalılığı aşamaz, küresel düzlemde hak ettiğimiz yere ulaşamayız.
5 İşbirliği bilincinin yetersizliğinden kaynaklanan sermaye israfı: Çok sayıda üretim alanında “ana sanayi ve yan sanayı ilişkileri” oturtulamadığı için işyerlerimiz gereksiz bazı üretimlerini işletme içinde yapmak için ciddi kaynak bağlıyor. Gelişmenin dinomosu olan küçük ölçekten orta ölçeğe, orta ölçekten ulusal ve küresel ölçeklere geçen firmalarımız yeterli nicelik ve nitelikte olmamasının temel nedeni işbirliği bilincinin ve onun doğal sonucu olan örgütlenme derinliğinin yeterli olmamasıdır. Kıt olan sermayeyi daha etkin değerlendirmenin yollarından biri, belki de en önemlisi “işbirliği bilincini” yükselterek, sıkı bir örgütlenmenin yarattığı sinerjiyi değerlendirmektir. Yazı insanının temel sorumluluklarından biri de “toplumsal bilinç” yaratarak kaynak kullanma verimini artırmaktır.