“Ne zamanki hayvan sevginiz size acı verir, o zaman bilin ki yaşadığınız ülkenin adalet sisteminde ciddi bir sıkıntı vardır!”
     Kendilerine sanatçı sıfatı yakıştırılan, az da olsa birkaç merhametsiz, duyarsız şahsiyet çıkmışlar ortaya, “efendim, işte bu başıboş köpekler sıkıntı yaratıyor, içinden çıkılmaz bir sorun haline geldiler” şeklinde söylemler üretiyor.
Hatta bir ikisi işi daha ileri safhaya taşıyıp, onların itlafının gerekliliğini savunuyor. Her daim olduğu gibi, “önce insan” çığlıkları atılıyor söylemlerinin devamında.
     Çocukluk yıllarım, belediyelerin sokakların ortasında zehirlediği kedilerin, köpeklerin içler acısı kıvranışlarını izlemek zorunda kalmakla geçti. Öyle ki, onların içinde, yıllardır evimizde, bahçemizde, daha sonraki yıllarda yaşadığımız o sokaktan ayrılınca, bir komşumuzun himayesinde bakılan, Kont isimli köpeğimiz de o zehirlenenler kervanına katılmıştı ne yazık ki.
     Uzun yıllar, belediyelerin ihtiyaç malzeme kalemleri içinde yer aldı “zehir” kalemi. Hayvanları Koruma Yasasının çıkarılması adına, ülkemizde çok uzun süreçte, çok zorlu yollardan geçti hak savunucuları. 24 Haziran 2004 yılında TBMM’de kabul edilip yürürlüğe giren yasa maddelerinin işlevselliği ise bence hala yok gibi.
     Belki belediyeler, angarya, baş belası gördükleri hayvancıkları artık aşikare, ulu orta öldüremiyor ama, zaman içinde farklı formüller buldular onları yok etmek adına. Barınaklarda kayıt dışı olan köpeklerin buhar olup uçmaları, istenmeyen yerlerdeki masumların alınıp, değişik bölgelere özellikle de dağa bayıra atılmaları gibi şeytanın aklına gelmeyecek formüller geliştirdiler.
     Oysa, yasa çıkar çıkmaz, kırsaldan başlayacak ciddi bir kısırlaştırma politikasıyla bu insanlık dışı uygulamalara hiç gerek kalmayabilirdi. Ama nedense yerel yönetimlerin başındakiler bundan hep uzak durmayı yeğlediler.
     Yasanın yürürlüğe girmesi yirmi yıla yaklaştı. Bir harala gürele halen de devam etmekte. Sorun olmayacak bir konu el birliğiyle soruna dönüştürüldü maalesef. Bu bağlamda belediyeler kadar devlet otoritesi de suçlu bence. Meclisten çıkarttığı yasa hükümlerine uyulması konusunda gereken titizliği göstermedi hiçbir zaman. Bir boş vermişlik, bir laçkalık sürdü gitti. Mesela, üremesi, hediye edilmesi, beslenmesi yasaklanan ırkların aşikare çoğalmasına hiç ses çıkartılmadı. Ta ki bu ırktan iki köpeğin bir kız çocuğuna – ki o çocuk, o canlara alışıktı, seviyor, okşuyordu uzunca süredir- nedendir bilinmez bir şekilde saldırısıyla ortalık toz duman oldu. Bu ırk canlar için belli tarihe kadar aşılı, karneli ve kayıtlı olma zorunluluğu getirildi, o tarihten sonra kaydı olmayanlar toplandı, barınaklara alındı. Şimdi, üremelerine, sahiplenmelerine ses çıkartılmayan bu hayvanlar, belediye barınaklarında ölümü beklemekteler.
     Her zaman yaptığımız gibi testi kırıldıktan sonra aklımızca tedbir alıyoruz. Ama duyumlarımız o yöndedir ki, bu yasaklı- şimdilerde saldırgan- yaftalı canlar, merdiven altı, ruhsatsız bir şekilde üretilmeye devam etmekteymiş.
     Neyse, konuyu bağlayım, lafın özüne geleyim. Kendini duyarlı gören, bunların içinde sanatçı kimliği taşıyanlar da dahil her insan, sahipsiz, başıboş hayvan konusuyla ilgili tüm kurumlara, hayvan hakları yasası hükümlerince de geçerli olan, “aşıla, kısırlaştır, aldığın yere bırak” realitesini uygulaması için baskı yapmalıdır. Tersi, hem bizlere acı verir, vebal aldırır, hem de o, dünyaya gelişlerinde asla talepkar olmayan canlara büyük haksızlık edilmiş olur.