Biz millet olarak tuhafızdır. 
Bir kere çabuk unutuyoruz.  
O yüzden "Türk'ün aklı sonra gelir" diye atasözü bile vardır. 
İkincisi aldırmayız, tedbirsizizdir. Musibet başımıza gelinceye kadar vurdumduymazlık yaparız. 
 Bir zamanlar, "Il est fort comme un Turc" (Türk gibi kuvvetli)  diyerek bizi göklere çıkaran Avrupalılar, bizim aymazlıklarımızı, bilim dışı davranışlarımızı göre göre kendi aptallıklarını ifade için, "La Tête Turque" (Türk Kafası) tabirini  kullanıyorlar. 
Neyse ki yine de aklımız başımıza geliyor gelmesine de... 
Ama bedeli çok ağır oluyor. 
Aslına bakarsanız aklımız başımıza kendiliğinden gelmiyor ha..! 
Dost diye, müttefik diye yıllardır timsah gülüşlerine aldandığımız düşmanlarımız getiriyor. 
Ambargo üstüne ambargo koymalardan tutun da, millî bekamıza kadar uzanan kanlı ve menfur planlarına kadar... 
Bereket baya bir silkeleyip bizi kendimize getiriyorlar. 
Dönüp te şu Kıbrıs'ta olan bitenlere bir bakın lütfen. 
Birkaç gün önce, tarihî bir camimize haç çizip "Türk'e  Ölüm..." yazdılar.  
Bu ne ki daha neler yapıyorlar neler... 
Şu Mustafa Akıncı denen herif-i naşerif ve şürekâsına bir bakın; ne demek istediğimi anlarsınız. 
Âşık Seyrani bile bu durumu yüzyıllar öncesinden görmüş, bu adamların karekter portresini ne güzel çizivermiş. 
"Ey Seyrani var mı bunun hatası 
Bulunmaz dünyanın elbet ötesi 
Ermeni'nin Rum'un yağlı ketesi 
Kaypak müslümanı dinden çıkarır" 
Nice zaman sonra büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp çok sevdiği milletinin düşüncesizliği, aymazlığı karşısında kahrolmuş.  
Öylesine üzülmüş, öylesine üzülmüş ki... 
Uyuyan milletini uyandırmaktan ümidini kestiği için düşmanından medet umar hale gelmiş. 
Ve  "DURMA VUR!" diye isyan etmiş: 
Durma Yunan durma, kibrini arttır!
Türklüğün başına hakaret yağdır!
Uyuyan bu kavme bu zillet azdır. 
Vur, eski kölesi, utandır onu!
Bırakma uyusun, uyandır onu! 
Bu yurdun haznesi onun elinde;
Fakat anahtarı senin belinde,
Kalmış aç ve garib kendi ilinde. 
Vur, eski kölesi, utandır onu!
Bırakma uyusun, uyandır onu! 
Zorla onu, yeni revişe girsin;
Gemi yapsın, alış-verişe girsin;
Fabrikalar açsın, her işe girsin. 
Vur, eski kölesi, utandır onu!
Bırakma uyusun, uyandır onu! 
Sıkıştır ki ordu, donanma yapsın;
Garb'te ne terakkî görürse kapsın;
Türklüğü tanısın, Tanrıya tapsın. 
Vur, eski kölesi, utandır onu!
Bırakma uyusun, uyandır onu! 
Zannetme, yaptığın hoşa gitmiyor;
Terakkimiz koşa koşa gitmiyor;
Emîn ol, emeğin boşa gitmiyor. 
Vur, eski kölemiz, utandır bizi!
Bırakma dalalım, uyandır bizi! 
*** 
MECLİSE YILDIRIM DÜŞMÜŞ... 
"TBMM yerleşkesine yıldırım düştüğü ve milletvekilleri arasında paniğe sebep olduğu" haberini okuyunca hem şaşırdım, hem de çok manidar buldum. 
Düşündüm de, "Acaba..." dedim, "Acaba..." 
Bu çatı altında; 
Hiçbir şey üretmeyip, dırdırı bitmeyen kaynanalar gibi akşam sabah boş boş konuşup millete rüzgâr kırbaçlattıranlara, 
Sabah ne yediğini bilmeyip akşam ne dediğini unutanlara, 
Secdeye eğildikleri görülüp de namazı kime kıldıkları bilinmeyenlere, 
İnsan hakları, demokrasi falan diye diye Avrupa'nın kirli kuyruğundan yapışıp gidenlere, 
 "Ashab-ı Kehf"  olmayı unutup da çoktaaan Ashab-ı Keyif olanlara, 
Vatandaşa boş çuvalı dik tutturmaya çalışanlara, 
Islıkla durup, ıslıkla yürüyen, fikir üretmek yerine küfür üreten, tavus kuşu gibi kabara kabara yürüyen sığ slogancılara, 
Genel başkanlarının söylediğini papağan gibi tekrarlayan, işaretle el kaldırıp işaretle indirenlere, 
Ve de... 
"Bir çorba kaşığı ABD ruhuna 
Bir çay kaşığı AB ruhu 
Bir tutam da Davos ruhu" karıştırıp, Türk Milleti'ne zehri şerbet diye içirerek  "Millî Ruh"a el Fatiha diyenlere, 
Bu Meclis'e düşen yıldırım, sakın ola sakın... 
 "İlahi bir ikaz" olmasın!