Toplum olarak bir yerlerden bir yerlere savruluyoruz.
Yaşadığımız sorunlar azalmadığı gibi daha da can yakıcı hale geliyor.
Bu bağlamda Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. Sınıf öğrencisi Enes Kara’nın tarikat evindeki baskılara dayanamayarak yaşamına son vermesi hepimizi çok derinden üzdü.
Yaşanan acı olay nedeniyle “Zamanın ruhunu anlamak” için geride bıraktığı kayıtların üzerinde ciddi bir şekilde durmak gerekli.
Karanlık, bağnaz düşüncelerin çok geride kaldığı 21. Yüzyılda, tarikat evlerindeki işkenceye varan zorlamalara, aile baskısıyla birlikte üstesinden gelinemeyen sorunlara tanık oluyoruz.
Ülkeyi yönetenler tarafından da bilinen ama ne yazık ki görmezden gelinen “karanlık yapılar” gençlerimizin geleceğini yok etmeye devam ediyor.
Bu noktada belirteyim, koşullar ne kadar zor olursa olsun elbette ki bu yola başvurulmamalı, yaşamda her zaman bir çıkış yolu bulunacağı unutulmamalı.

Gencin bıraktığı notta yer alan ve neredeyse hiç konuşulmayan son cümlenin çok daha yakıcı olduğunu vurgulamak gerekli.
“Umarım, ölümüm hayatımdan daha değerli olur” diyor.
Bu ifadeyle ilgili psikolojik ayrıntılara girecek değilim ama “Boynumuza asılan kaderlerimiz” çıkmazının sonuçlarına odaklanmayı da gözden kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum. 
Ailelerin çocukların ne istediğini anlamadan onlara yol çizme ısrarı ne yazık ki çocukların, gençlerin yaşamını alt üst ediyor.
Böylesine bir sona giderken etkili olan nedenlerin kapsamlı bir şekilde araştırılması gerekli.
Tüm bu çalışmaların yanında sorunların altında ezilen gençlere başka çözümlerin de olabileceğini gösterebilecek kurumlar olmalı.  
“Bireysel psikolojik nedenler” öne sürülerek sorunların toplumsal boyutlarını görmezden gelme kolaycılığına kaçılmamalı. 

Bu olayın derin izlerini yorumlamaya çalışırken Din Öğretimi Genel Müdürünün Milli Eğitim Bakanı Yardımcılığı görevine atanması konusunu da anımsatmak gerekli. 
“Dindar ve kindar nesil yetiştirme” projesinden vazgeçilmiyor.
4-6 yaşındaki çocuklara dini eğitim vermenin pedagojik olarak yol açacağı sorunlar defalarca ifade edilmesine karşın Bakanlığın bu konudaki ısrarı devam ediyor.
Henüz soyut düşünme yeteneğini kazanmamış çocukların kafası anlamaları mümkün olmayan kavramlarla doldurulacak.
“Günah” diye korkutulduğu için gece tuvalete gidemeyen, halasının yanında bile oturmaktan çekinen çocukların “dogmatik yüklemelerle” geleceğe aydınlık bakabilmeleri mümkün mü?

Aileler, çocuklarına din eğitimi vermek istiyorsa bunun yolu çocuklarını tarikat yurtlarına, merdiven altı sübyan mekteplerine terk etmek olmamalı. 
Çoğunlukla maddi güçlükleri gerekçe göstererek ya da “Çocuğum dini daha iyi öğrensin” beklentisiyle karanlık odaklara başvurmaktan vazgeçilmeli.
Aileler, çocuklarına “Yaşamın değerli olduğunu hissettirmeli”.  
… 
Söylenecek çok söz var elbette ama yaşadıklarımızın, 
“Dinci yapılanmanın, toplumu ve devleti tehdit edebilecek” duruma geldiğinin artık tüm toplum kesimleri tarafından anlaşılması gerekli.