17 Aralık 2003. 
 
Yoğun kar yağışı altında girdik Eskişehir’e… 
Isırıcı soğuk ve şiddetli ayaz altında vali konağına zar zor attık kendimizi. 
Neyse ki konağın sıcaklığıyla bedenlerimiz kısa sürede ısındı. 
O gün yerleşme telâşıyla geçti. 
Ertesi gün hafta sonu idi. Mesai olmadığı için kahvaltıdan geç kalktık. 
Ev halkı kendi dünyasında, hayatlarından memnun. 
Herkes sıcak bir şeyler içerken ben hâlâ ikirciklenip duruyordum ki, hanım fark etti. 
-Hayrola, dünden beri daha geçmedi mi üşümen? 
-Bedenimin üşümesi geçmesine çoktan geçti de…  
-Eee.. Daha ne? 
-Şimdi ise yüreğim üşümeye başladı. 
Tuhaf tuhaf yüzüme baktı.  
-Anlayamadım, o da ne demek? 
-Şu demek ki, insan vücudunu ocak, soba, kalorifer gibi şeylerle ısıtabiliyor. Ama ya yürek…yürek öyle mi? 
-Peki o neyle ısınırmış? 
-Bir dostla ve o dostun yürek sıcaklığıyla... Muhabbet ederek... 
-Sen yine edebiyata başladın. Şuraya daha yeni geldik; dün bir, bugün iki… Henüz kimseyi tanımıyorsun. Nereden bilip bulacaksın öyle bir dostu? 
-Dur bakayım, dedim, dost bulmak konakta oturmakla olmaz. Aramak lazım. 

O an aklıma yakın korumalığımı yapan Hüseyin Bilgetecan geldi. 
Ta Adıyaman’dan beri ailemizin bir ferdi gibiydi.  
Akıllı, dürüst ve çalışkandı; uzun görev yılları boyunca beni hiç yanıltmadı. 
O yüzden benim gözümde bir polisten daha fazla bir değer ifade etmiştir.  
Leb demeden leblebiyi anlayan kıvrak zekâsıyla bu işi o halleder deyip telefona sarıldım. 
-Hüseyin, dedim, canım iyi bir dostla şöyle güzel bir muhabbet istiyor. Bana öyle birini bulun ki, dostluğa değer veren, adam gibi bir adam olsun. Eskişehir’in ruhunu yansıtan ve dilini konuşan biri… Anladın mı? 
-Başüstüne Sayın Valim dedi, hemen bakıyorum. 

Beklerken anılar depreşti içimde. 
Taa çocukluğumdan aşıktım Eskişehir’e. 
Hem de anacığımı sevdiğim kadar… 
Anacığım, elimden tutar, kara trene bindirir, sık sık getirirdi. 
Bense uyuyamaz, trenin Eskişehir’e o giriş anını heyecanla beklerdim.  
Ve… 
Kentin ilk ışıklarını görür görmez bir sevinç, bir mutluluk dolardı içime.  
Kara tren gecenin ikisine doğru,  alacakaranlıkta yorgun argın, oflaya puflaya girerdi istasyona.  
Trenden inip Eskişehir toprağına ayak basar basmaz çocuk ruhuma yeni ve diriltici bir soluk üflenmiş gibi olurdu; kendimi sanki seçkin hissederdim.  
Bu durum şehrin dik başlılığından mı, yoksa başına buyruk oluşundan mı nedir, gözlerimden perde kalkar, kendimi kuşlar gibi özgür hissederdim 

Ben geçmişe, anılara dalmış gitmişken Hüseyin aradı. 
-Sayın Valim, birini buldum, dedi;  tam da aradığınız vasıflara sahip. 
-Emin misin? Diye sordum. 
-Çeşitli kaynaklardan araştırdım; Eskişehir’i bilen, dürüst, haysiyetli, dost canlısı olduğunu teyit ettiler. 
-Peki kimmiş o beyefendi? 
-Ekrem Birsen adında biri. Aynı zamanda Kahveciler Odası Başkanıymış.  
-Konuştun mu? 
-Konuştum. Kendisine şaka yapılıyor zannetti, bir türlü inanmak istemedi. “Kardeşim olmaz öyle şey! Valimiz daha dün geldi. Daha biz kendisine hoş geldin bile demedik!” diye itiraz etti. Neyse ki sonunda zar zor inandırabildim; zatıâlinizi bekliyorlar. 

Bir süre sonra Cumhuriye Mahallesinde, Ekrem Beye ait kahvenin önündeydik. 
Ekrem Başkan Mahalle Muhtarımızı da hazır etmiş, heyecanla bizi bekler buldum. İçinin aydınlığı gözlerine vurmuş, yüzünde kocaman bir tebessümle karşıladı.  
-Hoş geldiniz Sayın Valim, dedi; bu da Mahalle Muhtarımız Fedai Bey. İlkin biri şaka yapıyor zannettik. Size gelip henüz hoş geldiniz diyemeden teşrifiniz bizi mahcup etti. 
-Ekrem Başkan, halka protokol uygulamak olur mu? Bence devlet adamı her fırsatta halkın ayağına gitmeli. 
Kırk yıllık ahbaplar gibi gülüp şakalaşarak kahvehaneye girdik.  
Çaylar kahveler eşliğinde Eskişehir üzerine uzun uzun sohbetler ettik.  
Bu sohbet sırasında Eskişehir’in ruhunu, medeniyet iklimini ve bu iklimin toplumsal bellekteki derin izlerini gördüm Ekrem Başkanda. 
Yürek sıcaklıklarıyla içim ısınmış, keyfim yerine gelmişti. 

Sohbet bitiminde, Mahalle Muhtarı Fedai Beyle kıran kırana bir de tavla maçı yaptık. 
Ben yendim ama, galiba biraz şüpheli bir maç oldu. 
Sonradan öğreniyorum;  Ekrem Başkan, “Vali Beyi yenmek ayıp olur, yenil…” der gibi işaret edermiş. 
Anlaşılan biraz da Ekrem Başkan’ın torpiliyle maçı kazanmış oldum. 
Üzerine şike gölgesi düştüğü için o maçı ve galibiyeti saymıyorum. 
Belki bir gün şikesiz şüphesiz bir maç yapabiliriz. 
Kim bilir… 

Kısa bir süre sonra Ekrem Başkan, kentimizin en büyük meslek kuruluşu olan Esnaf Odaları Birlik Başkanlığına seçildi. 
Sonra da girdiği her seçimi kazandı. 
Geçen hafta yine Birlik seçimi yapıldı. 
Sosyal, ekonomik ve siyasî birçok olumsuzluğa rağmen Ekrem Başkan’ın kazanması sürpriz karşılanmadı.  

İç sıcaklığını kaybetmeye yüz tutmuş,  
Başkalarının acılarına duyarsızlaşan bir dünyada,  
Vefası, samimiyeti, güler yüzlülüğü ile insanın içini ısıtan Ekrem Başkan gibi dostu olanlara ne mutlu! 
Tekrar seçilmesi sebebiyle değerli dostumu tebrik eder;
Sağlıklı ömürler boyu daha nice üstün görevler dilerim.