Edmund Husserl 20.yüzyılın belki de en büyük felsefi akımı olan Fenomenolojik (Fenomenoloji=Görüngübilim) bakışta nesneyi bilincimize alırken üç ana esasa dayandırır: “Anımsamak, algılamak ve beklenti içinde olmak”. Bunlardan anımsamak geçmişi, algılamak şimdiyi ve beklenti ise geleceği vurgular. Böylece zaman içinde nesnenin bilinçteki yolculuğunu açıklamaya çalışır. Acaba halkımızın bilincinde “ekmek” nesnesinin yolculuğu nasıl seyrediyor, doğrusu merak içindeyim. Malum uzun ucuz ekmek kuyrukları bu sıralar iktidarın en büyük kâbusu. Tabii bu yönetim gökten zembille inmedi, onları o kuyruktaki halk seçti…
Daha ucuza ekmek alabilmek için oluşan uzun kuyruklar genellikle iktidarın fazlaca oy aldıkları çevrelerde görülüyor. Yoksulluğun insan farkındalığına kesinlikle olumsuz anlamda etkisi var. İnsan acaba yanlış seçim yaptığını anlar mı çabucak? Ön yargılarından kurtulabilir mi kolayca? Felsefe farkındalık ve insanlaşma işidir, yani bunu düşünebilme ve bilgisine ulaşabilme işi. “Acaba ben niye gidip bakkaldan normal ekmek almak yerine burada saatlerce kuyrukta bekliyorum” diye bir sorgulama yapıyor mudur kuyruktaki mazlum kişi? Yapıyorsa nedenini bulabiliyor mudur? Yoksa o da dış güçlere mi bağlıyor uzun ucuz ekmek kuyruklarını? Faiz sebep enflasyon sonuç, ekmek ucuz kuyruk uzun…
Bilmekle yaşamak arasında beceremediğimiz bir olgu var: Düşünmek! Kimimiz denemeden, yaşamadan öğrenemiyor. Bilgi bunun için lazım işte; yaşamadan görebilmen, başına gelmeden anlayıp önlemini alabilmen için. Bilge insan olmak da şart değil, iyiyi kötüden ayırt etmen yeter. Ancak herkes kendi değişimini, dönüşümünü tek başına başarmalı biricik aklının yardımıyla. Mademki doğa diyalektik işleyişini sürdürüyor, her şey kendi zıddını doğururken niye bu ülkede “kötülük” hala zıddını doğuramıyor? Buna yanıt büyük şair Turgut Uyar’dan geliyor: "Günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni / kim bilebilir ki kimi, neyi eskittiğini...”