“MARBLE İzmir Fuarı”, doğaltaş  sektöründe makineler, blok üretimleri, işlenmiş doğaltaşlar, alıcılar, satıcılar ve fuar yönetiminin oluşturduğu önemli bir  platform. Fuarda  küresel ölçekteki  buluşmalar ülkemiz ekonomisine önemli değerler katıyor.

Fuar yöneticilerinin paylaştıkları bilgilere göre , “27. Uluslararası  Doğaltaş ve Teknolojileri Fuarı” 40 yakın ülkeden  500 aşkın iş insanının ve 80 bine yakın ziyaretçiyi  buluşturdu.

Ülkemizdeki doğaltaş  sektörü  3 milyar dolarlık  ihracat hedefine doğru ilerliyor. Sektör, 2020  yılında  1 milyar 50 milyon  dolarlık ihracat gerçekleştirdi. İşlenmiş  doğaltaş ihracatı da ilk kez  1 milyar dolar sınırını  aştı.2021 yılında ise işlenmiş  doğal taş  ihracatı 1 milyar 282  milyon dolara ulaştı. Geride  bıraktığımız 2021 yılında  her 100  dolarlık doğaltaşın 61  doları  işlenmiş ürünlerden kazanıldı. İşlenmiş  doğaltaş ihracatında ilk sırayı 832 milyon dolarla  işlenmiş  mermer grubu alıyor. Arkasından  362 milyon dolarlık ihracatıyla işlenmiş  travertenler geliyor. Doğaltaş  ihracatı, doğrudan ihracı olmayan, işlenerek dolaylı  ihraç edilen, kesin veriyi elde edemediğimiz  altın, boraks, çinko, bakır  ve demir cehveri ihracatının önünde gidiyor. Doğaltaş sektörü, ulaştığı  kapasite  ve teknik olanaklarıyla ülkemizin en önemli  madencilik alanlarından biri… Sektördeki  gelişmelerin doğru yönetilmesi ve ülkemizin yararının en üst düzeye çıkarılması için atılması gereken ilk adım, sektörle  ilgili  “algının”  yerli yerine oturtulması. Siyasi irade, bürokrasi, sektör ilgileri, sivil toplum örgütleri, medya ve genel olarak bütün halkın  “doğaltaş algısı” üzerinde önemle  durulması gerekiyor.

 Algı eksiklerini paylaşmadan önce, kültürün  insan yaşamının her alanında olduğu gibi, üretim alanında da  ne denli  etkili olduğunu anlamak için kavramın içeriğine yüklenen değerlerle ilgili bazı alıntıları  paylaşalım.

Kültür neden önemlidir?

Aliya İzzet Begoviç’e göre  kültür, insanın yaratılış kökenini onaylama ya da reddetme üzerine kuruludur; kültür insan olmak hüneridir. Yaşayan  her kültür kendini yaratır ve yeniden üretir. Kültür, erdemli olabilmek için “arzuları yok edin”  der. Kültürlerin kurucusu da, koruyucusu da,  yaşatanı da insandır. Kültürün  temel amacı, özünü terbiye ederek  kendine hakim olmaktır. Kültür, düşünmeyi öğretir; farkındalığı artırır; aydınlatır. Bireysel kültürün öznesi “insan”, kitlelerin kültürünün öznesi de “toplum”dur. İnsanların  “ruhu”, kitlelerin de “ ihtiyaçları” vardır. 

 G.Osipov, kültür  kavramının  yasalar, adetler, toplumsal örgütlenmeler, konuşulan diller, çalışma araç-gereçleri ve teknolojik düzey gibi insanın yaşam deneyimi içinde değer  taşıyan her şeyi  anlattığını belirtir

Schein Mıt’in  tanımına göre  de kültür  dendiğinde, topluluk ya da toplumların iç ya da dış sorunlarını çözmeyi öğrenmeye çalışırken bulduğu, keşfettiği ya da geliştirdiği varsayımlar setidir; bir toplum bu bilgi setinin  “doğru” olduğunu  zihninde  meşrulaştırdığında  onu toplumun gelecek kuşaklarına “izlenmesi gereken yol” olarak  öğretir.

Edgar Morin, “ Kültür ve uygarlık konjonktüre bağlı olarak üst üste çakışabilir; birbirinin yerine kullanılabilir hatta aynı anlama gelebilir”.

Değişik düşünce insanlarının, farklı  bakış açısıyla  kültür kavramına yükledikleri  değerleri analiz ettiğimizde, kültürün, zenginlik üreterek insan yaşamını  kolaylaştırmanın temel belirleyicilerinden biri olduğunu; birikimlerimizin, bilincimizin, bakış açımızızın, buluşlarımızın , beklentilerimizin ve    bereket  üretimimizin verimini   “kültürel kavrayışımızın”  belirler.

Kültürel kavrayış ile  üretimdeki gelişme arasındaki  etkileşimi   iyi gözlemleyebileceğimiz alanlardan biri de “doğaltaş üretimidir”. İzmir’deki fuarda   görüşmeler yaptığımız  birinci, ikinci hatta üçüncü kuşak  doğaltaş üreticilerinin  ortak  görüşlerinden biri  sektörle  ilgili “algının yerli yerine oturmamış” olmasıdır.
Allah’ın taş mı, nimet mi?

Doğaltaş  üretimi ilgi menzilimize girdiği  günden bugüne  gözlediğimiz “algı sapmasının” sektörün  önemli sorunlardan biri olduğunu  söylüyor ve yazıyoruz. Daha sonra  ayrıntılarını  tartışmak istediğimiz “ruhsat güvencesi”, “orman izinleri ve öden bedeller”, “ kamu izin ve düzenlemelerinin tek merkezden yönetilmesi”, “ruhsat işlemlerinin hızlandırılması”, “sektör içinde işbirliklerinin geliştirilmesi”, “haksız rekabet yaratan koşullar”, “girdi maliyetlerinde istikrarsızlık yaratan etkenler”, “Navlun bedelleri”, “nitelikli işgücü  sorunun aşılamaması”, “yanlış kapasite yaratmanın yarattığı fiyat  baskısı”, “sektördeki verimlilik ”, “ocak işletmeciliği ve işleme tesisleri bağlamı”, “atıkların değerlendirilmesi ve depolanması”, “pazarlama vce  satış sorunları”   gibi  koşulları ele almadan önce  “algı sapmasını”  tartışmalıyız.

Doğaltaş  kaynaklarına  bir “kovboy anlayışıyla”  yaklaşmamalıyız: Doğaltaşlar sonsuz olan bir kaynak değildir; doğanın düzeni, dengesi ve döngüsü içinde   “sınırları” olan ve tükenmekte olan zenginliğimizdir. Doğaltaşların en kalitesiz olanın oluşumunun 125 milyon yıl gerektirdiğini  uzmanları söylüyor. Demek ki, doğanın döngüsünü  dikkate aldığımızda  israf ettiğimiz bir kilogram taşın  oluşumu için 125 yıllık bir zaman gerekiyor. 

Her zaman tekrarladığımız hususu bir kez daha anımsatalım: Toplumumuzun  bir yılda  yetiştirilebilen    hububat ürünlerini – buğday ve diğerlerini-   “nimet” algısıyla  değerlendirirken, en kötüsü 125 milyonda oluşan doğaltaşları  “Allah’ın taşı” algısıyla değerlendirmemiz sektörün çok temel sorunlarından biridir. Eksik ve  yanlış algı  siyasi irade mensuplarından bürokrasiye, sektörde  yatırım yapanlardan  ocaklarda ve işleme tesislerinde çalışanlara kadar yansıyabiliyor. Algıdaki yanlışlık yapılan işin  benimsenmesini  ve önemsenmesini engelliyor; sektörde  çalışmak  istekliliğini  azaltabiliyor.

Bugün  ülkemizdeki  doğaltaş üretiminin  altın, boraks, çinko, demir, bakır, krom ve bildiğiniz diğer yeraltı zenginlikleri içinde   en yüksek  döviz getirisi sağladığını akıldan hiç çıkarmamalıyız… Sektörde  arama çalışmalarından ocak işletmelerine, taş işleme tesislerinden pazarlama ve satış  sorunlarına konuyu  dünyanın  ve ülkemizin yeni   gerçeklerine göre ele almalıyız.  Sektörün sorunlarını düşünürken, önce  “algımızı”  hayatın öz gerçekleri üzerine inşa etmeliyiz…Doğaltaş algımızın  değer üretimini nasıl etkilediğini alabildiğine özgürce  sorgulamalı ve tartışmalıyız.