Günümüzün en önemli sorusu şudur: Demokrasi kendisini ortadan kaldıracağını açıkça ortaya koyan bir görüşe “hoşgörü” göstermeli midir? Buna Hoşgörü paradoksu denir ve hoşgörü konusunda sınırsız olan bir toplumun hoşgörülü olma niteliğinin, bir süre sonra hoşgörüsüz kişiler tarafından yok edileceğini öngören sosyal bir çelişkiyi ifade eder. Bir diğer deyişle bu paradoks, diğerlerini baskılamaya meyilli faşizm gibi akımların durdurulabilmesi için belli bir sınır aşıldıktan sonra hoşgörüden feragat edilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Yani özetle sınırın aşılması durumunda hoşgörünün yerini “hoşgörüsüzlüğe” bırakmasını söyleyen mantıksal paradokstur. Bu aslında demokrasinin niye kendisini koruyamadığı ya da korumaya yönelik eksikliklerini anlatan bir açıklamayı da içermektedir. Bilim Felsefesine büyük katkılar yapmış Filozof Karl Popper, 1945 tarihli “Açık Toplum ve Düşmanları” başlıklı kitabında bu paradoksu şöyle açıklar: “Sınırsız hoşgörü, hoşgörünün yok olmasıyla sonuçlanmak zorundadır. Eğer hoşgörünün kapsamını hoşgörüsüzleri de kapsayacak biçimde genişletirsek ve hoşgörülü bir toplumu hoşgörüsüzlerin şiddetli saldırılarından korumaya hazır olmazsak; o zaman hoşgörülüler ve onlarla birlikte de hoşgörü davranışı, hoşgörüsüzler tarafından yok edilecektir.”
Bu durumda toplumlar demokratik ve hoşgörüye dayalı yaşamlarını sürdürme yolunda “hoşgörüye” bir sınır çekmek zorundadırlar. Bu da hoşgörünün selameti adına, hoşgörüsüzleri “hoşgörmeme” hakkımızı saklı tutmaktan geçer. Hoşgörüsüzlüğü savunan veya öven her hareketin yasadışı olduğunu söylemeli ve hoşgörüsüzlüğe ya da ayrımcılığa başvurmayı da tıpkı cinayet, insan kaçırmak ve köle ticareti yapmak gibi bir suç kabul etmeliyiz. Burada Popper, hoşgörüsüz fikirlerin mutlak bir şekilde bastırılması gerektiğini söylememekte, tam tersine bunun kötü bir etkiye neden olabileceğini ve öncelikle her zaman rasyonel tartışma yolunun denenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Elbette karşı tarafın rasyonel bir tartışmayı sürdürmek istemediği ve fiziksel zarara neden olabilecek konuma ulaştığı hallerde hoşgörünün sonlanması gerektiğini de ekler. Ancak bir insana zarar veren tek şey fiziksel saldırı değildir; çünkü insan, sadece fiziksel bir nesne değildir. İnsan toplumsal yaşamında psikolojik, özel yaşama müdahale ve cinsel şiddet gibi doğrudan fiziksel olmayan saldırılara maruz kalabilir. Bu da kişinin sağlığını olumsuz etkileyip, özgürlüklerini kısıtlayabilir. Hoşgörü ortamlarını savunmak demokrasiyi savunmakla eşdeğerdir. Böylesi durumlarda hoşgörüsüz kitlelerin ne tür süreçlerden geçerek gücü ellerine geçirdikleri, her coğrafyada ve zaman dilimi içinde ayrıca değerlendirilip önlemleri ona göre alınmalıdır…