Şu Amerika... 
Yıllar yılı ne dediyse yaptık, ne istediyse vermedik mi? 
Sovyetlere karşı NATO ayağına yıllarca jandarmalığını yapıp nöbet beklemedik mi? 
Hatırına koca memleketi "Amerikan üssü" haline getirmedik mi?  
Taa Kore'lere kadar gidip, garip Mehmetçiğin kanıyla "coni"lerinin kıçını kurtarmadık mı? 
Saddam'a karşı, açık açık "yardım yataklık" etmedik mi?  
Körfez savaşlarında "peştemalcılık" yapıp "Barzanistan"ın kuruluşuna göz yummadık mı?

Ve de Irak'ın parçalanmasına, o güzel hatırı(!) için destek vermedik mi? 
Namert şimdi de göz boyacılığı yaparak PKK'yı Suriye'de mutasyonladı.
Ve adını da YPG koydu. 
Bir de karşımıza geçmiş, "Bu benim kara kuvvetim" diye sırıtıyor.  
Tek ki ağam gücenmesin, ağam kırılmasın diye hepsini sineye çektik.
Ama olmadı... olmuyor! 
Utanmadan nerede bir can düşmanımız varsa, onlarla gizli-açık iş pişirmeye devam ediyor. 
O kadar çok pislik yaptı ki, bir de üstüne tüy dikti. 

Gel zaman git zaman kırk yılda bir işimiz düştü kâfir oğlu kâfire.  
-"Lan aga, biliyon görüyon bizim mahalle iyice karışık.  
Herkeslerin elinde tabancadan çok füze...

Kimin ne zaman nereye sallayacağı belli değil.

Gel etme eyleme, bize Patriyot ver, para peşin..." diye rica minnet ettik. 
Gâvur damarı tuttu namerdin; "Iııhhh..." dedi. 
Eh, dedik, sen vermiyorsun, bari gidip "Çin-i Maçin"den alalım..." 

Ona da kaş çattı, "Hayır..." dedi. 
Üstüne üstelik, "Para peşin, kırmızı meşin" deyip, bedelini tıko ödettiği uçaklarımızın da bi güzel üstüne yattı. 

 
Çoktan beri merak eder dururdum: 

"Şu Amerika denen koca gâvur..! 
Nedir Allah aşkına bizimle alıp veremediği?  Niçin bizi bir türlü sevmez?" diye araştırayım istedim.  
Aradım taradım, baktım gördüm ki,  
Galiba bu koca gâvur bize bozuk atmakta baya haklı. 

Anlatayım: 
Şunun şurası iki yüzyıl önce... 
O zamanlar Libya, Tunus, Cezayir, Fas; Osmanlı'nın "Garp Ocakları" diye anılan eyaletleridir. 
O sıralar bu eyaletlerin sorumlusu "Cezayir Dayısı" Hasan Paşa'dır. 
Avrupa'lı kokanalar evlerinde kedi-köpekle hemhal olurken, 
Bizim Hasan Paşa, "Türk'ün şanına bu yakışır" deyip evinde ASLAN besler. 
O yüzden de tarih kitaplarında "Aslanlı Paşa" namıyla anılır. 

Ve de olup biten bir takım olaylardan sonra Amerika'yı anlaşmaya mecbur eder. 
Bu anlaşmada; 
Türk tarafını Aslanlı Paşa,  ABD tarafını ise Joseph Donaldson başkanlığında bir heyet temsil eder.  
Anlaşma metinlerinde iki şey dikkat çeker: 
Birincisi, bu anlaşmalar TÜRKÇE yazılacaktır. 
İkincisi ve daha da önemlisi anlaşma metni BESMELE ile başlayacaktır. 
İlginç olan şu ki, bu anlaşmalar Amerikan tarihinde İngilizce olmayan ilk metindir.   
Girişi şöyledir: 
" Bu belge;  
Dünyanın hakimi, 
Denizlerin ve karaların hükümdarı,  
İmparatorların efendisi,  
Sultanlar sultanı,  
Sultan Mustafa Han oğlu Sultan Selim Han'ın dikkatli bakışları altında imzalanmıştır. 
Allah O'nun hükmünü daimî kılsın"   
 
 
İlk anlaşma 5 Eylül 1795'te akdedilir.  
Buna göre:
-Cezayir'deki ABD esirlerinin bırakılması karşılığında ABD tarafı Osmanlı'ya 642 bin 500 dolar "haraç" verecek. 
-Her sene de muntazaman 12 bin Cezayir altını vergi ödeyecek.  
Bu anlaşmayı 7 Mart 1796 tarihide Amerikan Kongresi onaylar. 

İkinci anlaşma 28 Ağustos 1797 tarihinde Trablusgarp'ta yapılır.  
Buna göre de; 
-Amerikan tarafı Osmanlı'ya, öteki esirlerin iadesi karşılığında 40 bin İspanyol altını ödemeyi kabul eder. 
-Ayrıca eyaletin ileri gelenlerine altın-gümüş saatler, elmas yüzükler ve pahalı kumaşlardan yapılmış kaftanlar göndermeyi de taahhüt eder. 

 
 
Şimdi soruyorum:

Sen kalk, masumların mazlumların kanından beslenen, "Küresel Eşkiya"lığa soyunmuş haydut bir devleti, kulağından tutup "Haraca" bağla, vergi al... 
Şimdi de ondan dostluk bekle... 
Bu olacak iş mi?


Sizi bilmem ama benim düşünceme göre, adamlar pek de haksız değil!

Şöyle düşündüklerinden eminim:

 "Bu Türkler Çılgın mı çılgın...  
Ne yapacağı belli olmaz bunların.  
Kırk yıldır ambargo üstüne ambargo koyduk, bir türlü dize getiremedik. 
Bakarsın tarih tekerrür eder, içlerinden yeni bir ASLANLI PAŞA çıkar da; 
-Ulan ambargo mudur, ne karın ağrısıysa, koya koya usanmadınız.  Biz öyle ambargo mambargodan anlamayız. 
Tarih şahittir ki koyma işini iyi biliriz. 
Ve de öyle olmaz, böyle olur!"
Derse halimiz nice olur...