Yaşadığımız ekonomik, sosyal ve sağlıkla ilgili sorunlar yetmezmiş gibi son bir kaç gündür Hazine ve Maliye Bakanı’nın istifasıyla başlayan “siyasi kriz” gündemi oluşturmaya devam ediyor.
Olayın çok yönlü olarak tartışılabilecek boyutlarını bir yana bırakarak Bakanın istifasını sosyal medyada yayınlamasından sonraki medyanın akıl almaz tavrına dikkat çekmek istiyorum.
RTÜK Üyesi İlhan Taşçı’nın ifadesine göre Türkiye’deki 1780 radyo ve televizyon kanalından sadece beşi dikkatinizi çekerim sadece 5’i istifa haberini verdi.
“Havuz medyası”, “Yerli ve milli basın”, hangisini kabul ederseniz edin istifa haberini 27 saatin sonunda Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın “Bakanın görevden affedildiğini” açıklamasından sonra verdi.
Yandaş medya, Bakan Albayrak’ın istifasının haberini saatlerce ekrana taşıyamadı, gazetelerinde yer ver(e)medi.
Anlı şanlı televizyon kanalları, internet siteleri bir günden fazla süren zaman aralığında “üç maymunu” oynadılar.
Habere yer vermeyen medya organları içinde ne üzücüdür ki ikisi de kamu kurumu olan ve bizim vergilerimizle hizmetlerine devam eden Anadolu Ajansı ve TRT de vardı.
Anadolu Ajansı, “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi haber ajansı” olması bakımından çok önemli bir kurum. 
Herkesin merakla istifa haberini aradığı Anadolu Ajansının web sayfasında ilginçtir Ayasofya Caminin kedisinin vefatı bile önemli bir haber olarak uzun süre ana ekranda yerini korumaya devam etti.
Aynı şekilde TRT (Türkiye Radyo Televizyon Kurumu) yasayla kurulan ve kamu yayıncılığı yapmakla görevli tek ve ilk kuruluş olmasına karşın talimatla halkın haber alma özgürlüğüne engel oldu.

Diğer yandan, Bakanın istifasının sonrasında medyanın haline bakınca “Bakan havuz medyasında istifasını yayınlayacak kanal bulamadı da onun için mi Instagramdan duyurdu diye de düşünmemek elde değil.
Basına uygulanan sansürü bir bakıma Albayrak da bire bir yaşamış oldu denilebilir.
Bu tablo Türkiye’de gazeteciliğin büyük bir siyasi baskı altında olduğunu göstermek bakımından çok önemli. 
Başta Anadolu Ajansı ve TRT olmak üzere özel kuruluşların da talimatla haberi duyurmaması basın tarihi bakımından olumsuz bir örnek olarak kayıtlara geçti.
En üst mertebeden verilen emirle medya kuruluşlarına “Bizden haber bekleyin gazeteciliğinin” eksiksiz bir şekilde uygulanması özgür basına karşı yapılmış büyük bir müdahaledir.
Oysa ki sansürün hiç bir biçimi kabul edilemez.
Tüm bu yaşananlardan sonra “24 Temmuz’da kutlanan Basın Bayramı olarak bilinen “Türk basınından sansürün kaldırılışının yıldönümü” etkinliklerinin de artık herhangi bir geçerliliğinin kalmadığı ortada.
112 yıl önce yasayla kaldırılan sansür günümüzde ne yazık ki değişen şekliyle gündemdeki yerini koruyor.

Tekrar etmekte sakınca yok, Bakanın sosyal medya aracılığıyla açıkladığı istifasının ardından geçen 27 saat içindeki gelişmeleri bir kaç ulusal televizyon kanalı ve BBC, Reuters, AFP gibi yabancı ajanslardan öğrenmek zorunda bırakılmanın anlaşılabilir hiç bir tarafı yok. 
Seçim gecesi saatlerce veri akışını durduran Anadolu Ajansı ne yazık ki yeni bir skandala daha imza attı.
Gelinen noktada  “Havuz medyası” diye tarif edilen ve zaman içinde topluma da kabul ettirilen fiili duruma toplumun geniş kesimlerinden itirazlar var. 
Anayasamızın 28. Maddesindeki “Basın hürdür ve sansür edilemez. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” hükmüne karşın basının engellenmesi en hafif ifadesiyle görevi ihmaldir ve bu konuda mutlaka açıklama yapılmalıdır.
Eğer söylenildiği gibi ise Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın talimatıyla haber yapma geleneğinin oluşması ülkemizin demokrasisi için de önemli bir sorundur.
Üzülerek gözlemliyoruz ki, başta Basın Yasası, hukuki nedenler ve tahmin edebileceğiniz diğer bir çok daraltıcı unsur zaman içinde basın özgürlüğünü kısıtlamaya devam ediyor.

21. yüzyılın Türkiye’sinde “Bizden haber bekleyin gazeteciliği” son bulmalı.