1978 Nisanı… 
Fişek gibi bir kaymakam olarak Seyitgazi’de göreve başlamıştım. 
İçim içime sığmıyordu. 
Gençliğe özgü bir sabırsızlık ve bitimsiz bir güç hissediyordum kendimde. 

Başta beldiye başkanları, muhtarlar, siyasi parti yöneticileri ve Seyitgazi’nin ileri gelenleri ile Halk Eğitim Salonunda toplandık. Hepsi de pırıl pırıl insanlardı. Yıllarca uzak diyarlarda kalıp da hasret çektiği akrabalarına kavuşmuş biri gibi hissettim kendimi.  
Onlarla hem tanışmak, hem de ilçemizin sorunlarını öğrenip çözüm için bir çalışma planı yapmak istiyordum. Onlara, 
-Hepimiz bu toprakların çocuklarıyız. Annem Çifteler’in Akhisar Köyü’nden, babamın köyü ise hemen şu Köroğlu Beli’ni geçince… Bu güzel ilçede günlerimi hay-huyla geçirmek istemiyorum. En önemli sorunumuz nedir? Yardımcı olursanız gücümü ve mesaimi o sorunu çözmeye teksif etmek istiyorum. 
Rahmetli Metin Turan Belediye Başkanı olarak ayağa kalktı. Işıltılı güleç yüzü, bilge ve sevecen bir tavırla,  
-Kaymakam Bey dedi, biz Seyitgazi olarak bir çıkmaz sokak durumundayız.  
-Pek anlayamadım Başkanım..?  
-Efendim anlatayım; ilçemizi Ege ve Akdeniz Bölgelerine bağlayan ana yolumuz Kırka’da tıkanıyor. Şu an oradan öteye traktörle bile gidilemez. Gelip giden tüm büyüklerimize anlatıyoruz; maalesef bir çözüm bulunmadı. Seyitgazi bu durumdan kurtarılmazsa başka hiçbir sorunu çözülemez.  
Anlamıştım; bu yol Seyitgazi’nin mukadderatıydı. 

Vakit kaybetmeden Karayollarına gittim. 
Yetkililer halime acır gibi tuhaf tuhaf yüzüme baktılar. Şube Müdürü,  “Planı programı geç kaymakam bey, bu yol Karayolları Ağı’nı gösteren haritada bile yok…” 
Son çare Vali Bey’e durumu anlattım. 
-Madem programda değil, yapacak bir şey yok, dedi. 
-Mahalli imkânlarla başlasam, izin verir misiniz? 
-Sen bilirsin, dedi. 

Aklımda, Kırka Boraks’da hafriyat yapan devasa şirketler vardı. Bu yolun açılması onlar için de önemli olmalı,diye düşündüm. 
Yanılmamıştım; başta Atilla Doğan Şirketi, bu teşebbüsümü sevinçle karşıladılar. Onların da makine ve ekipman katkısıyla ve meşakkatli çalışmalar sonunda yolu açabildik. 
Evet bir otoban olmamıştı, ama her türlü vasıtanın kış yaz geçebileceği stabilize bir hale getirebilmiştik. 

Aradan uzun yıllar geçti. 
Kaderde bu güzel kente vali olarak gelmek de varmış. 
Ak Parti Hükümeti’nin yoğun bir şekilde karayollarına odaklandığı 2003 yılı idi. 
Ankkara’da, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’nın başkanlığında toplantı halindeyiz. 
Baktım, hemen bütün yollar programda. Tek Seyitgazi yolu yok.  
Duruma itiraz edecek oldum. 
Karayolları Genel Müdürü çaresizlikle ellerini iki yana açtı. 
-Vali Bey öylesine dolu, öyle zor durumdayız ki, programa alamadık. İnşallah ilerde… 
- Sayın Başbakanım, ümidimiz sizde, talimat verseniz de bu yol yetim kalmasa… 
Başbakan anlamlı anlamlı güldü. 
- Peki Vali bey, işte talimat veriyorum; ama sana... Bu yolu da sen yap! 

İş yine başa düşmüştü. 
Fakat ne engeller ne engeller… 
Kimler karşı çıkmadı, kimler… 
Eskişehir’den bazılar etkili ve yetkililer yetmedi bir de Kütahya milletvekilleri beni tehdit etmeye başladı. 
Gerçi onları anlıyordum. Bu yol işlerlik kazanırsa Kütahya zarar görecek diye haklı endişeleri vardı. 
Ya içimizdekilere ne demeli? 
Her neyse… Uzun ve çileli bir çalışma sürecinin sonunda şükür ki bitirebildik. 
Kaynaklarımız tükenmiş, sadece Seydi Suyu üstündeki köprü kalmıştı.  
O sıra, Maliye Bakanımız Kemal Unakıtan, o tatlı uslûbu ve sevecen tavırlarıyla, Eskişehir’e para akıtıyordu. Durumu anlatıp köprü parasını da ondan istedim. 
Birden yüzü asıldı. Azarlayıcı bir ifadeyle;  
-Ben o yola zırnık para vermem Vali Bey! demesin mi? 
Şaştım kaldım. 
Ak Partili belediyeler neyse, muhalif partili belediyelerden bile parayı esirgemeyen Kemal Bey, Seyitgazi Yolu’na gelince “Zırnık vermem” diyordu. 
Özel bir düşmanlığı olmadığına göre, demek ki onu bu davranışa iten birileri vardı. 
Her neyse Allah yardım etti kıyıda köşede kalmış imkânlarla o köprüyü de yapabildik. 
Görev sürem yetse geri kalanını da devam ettirecektik.  
Ne yazık ki buraya kadar yapabildik 

Sonraları fitne boş durmadı. 
Tahkikat üstüne tahkikat, müfettiş üstüne müfettiş gelmeye başladı. 
Hele soruşturmaya konu maddelerden biri vardı ki evlere şenlik. 
Yol ihale edilmiş, %8 gibi çok düşük bir kırımla tanınmış müteahhitlerimizden biri üzerinde kalmıştı. 
Bunu kabul edemezdim. Kaynağımız sınırlı olup, bu düşük kırımla bu yol bitmezdi. 
Bazı tehditlere aldırmadan ihaleyi iptal ettik ve yeniden yaptık. 
Yeni müteahhit %42 gibi bir kırımla işe başladı. 
İşte şimdi müfettişler bunun hesabını soruyorlardı bizden. 
“Niçin %8’i iptal etmişiz de, %42 ile başka bir işverene vermişiz?” 
Şaşmamak elde değildi. Tersi olsa neyse… 
Ülkemizde ilk ve tekdir… 
Bir ihalede kırımı %8’den %42’ye çıkarıp %38 gibi bir kamu mefaati elde etmek usülsüzlüğünün(!) hesabını veriyorduk. 

Bütün bunlar, geçen gün Eskişehir-Afyon karayolunun 54. kilometresinde meydana gelen müessif kaza sebebiyle aklıma geldi.  
Ne yazık ki, yine gencecik insanlarımız hayatını kaybetmiş, ocaklar sönmüştü. 

Umarım birilerine ibret olur…