Galiba 2007 yılı idi. 

TBMM Başkanlığından bir yazı geldi. 

Aklımda kaldığına göre; 

"Halkın eğitimi, mutluluğu, refahına katkıda bulunmuş seçkin kişilere TBMM adına Üstün Hizmet Ödülü verilmesinin kararlaştırıldığını, 

Şayet ilinizde bu vasıflara haiz bir şahsiyet varsa, valiliğiniz tarafından aday gösterebilirsiniz" mealinde bir yazıydı 

Ta o zaman TBMM'nin bu naif düşüncesi acayip hoşuma gitmişti. 

Çünkü bana göre vefa duygusu, insanlık meziyetlerinin en yüce değerlerinden biridir.

Ve hazan rüzgârlarında savrulan bir güz yaprağı gibi, yitik zamanların solgun hüznüne terkedilmemelidir.  

Vefa duygusunu kaybeden toplumlarda tüm güzellikler mezat salonlarında alınıp satılan bir meta gibi hoyratlığa süs olur.

İlim, irfan, ehliyet ve liyakat bu toplumları terk eder.

Sosyolojik bir gerçeklik olarak böyle toplumların geleceği karanlıktır. 

*

Peki, Eskişehir'de TBMM'nin belirlediği ölçülere uyan kim olabilir ki, "Üstün Hizmet Ödülü"ne onu aday gösterebilelim?

Bu bizim için büyük bir sorumluluktu.

Öyle bir isim olmalıydı ki, hizmetleriyle, gayretleriyle, erdem ve ahlâkıyla Eskişehir insanının ortak sevgisine mazhar olmuş olsun. 

Aslında şehrimizde, TBMM'nin belirttiği bu vasıflarda haiz birçok insan vardı.  

Fakat bu değerli şahsiyetler arasında öyle biri vardı ki... 

O bir koskoca çınardı. 

Hocaların hocası Prof. Dr. Orhan Oğuz... 

*  

Bugüne kadar kendisiyle hiç karşılaşmamış, hiç görmemiştim.

Fakat biliyordu ki, eğitim yoluyla bu kentin kaderinde rol oynamış önemli bir şahsiyetti.

Anadolu Üniversitesi'nin temelini oluşturan Eskişehir İktisadi ve İdari İlimler Akademisi'ni o kurdu. 

Sonrasında onu Anadolu Üniversitesi'ne o dönüştürdü. 

Daha sonra bu güzide eğitim kurumumuz, "Anaç Bir Üniversite" oldu.

Çarpan etkisiyle kentimizde ve bölge illerinde başka başka üniversitelerin doğmasına vesile oldu.

Eskişehir Milletvekili olarak Milli Eğitim Bakanlığı yaptı. 

Marmara Üniversitesini de o kurdu.  

RTÜK Başkanlığı yaptı. 

Uzun yıllar şehrimize, bölgemize ve ülkemize sayısız hizmetlerde bulundu. 

Hem de dürüstlükle, alçak gönüllülükle, tafrasız, farfarasız... 

Siyaseti kişisel bir reklâma dönüştürmeye tenezzül etmeden...

Erdemli, ahlaklı bir hizmet olduğunun örneğini vererek... 

Bu düşünceler ışığında ve vicdanî kanaatimiz doğrultusunda, TBMM Başkanlığına Orhan Oğuz Hoca'yı teklif ettik. 

Hem de gönül rahatlığıyla... 

Bir zaman sonra...

Mesai bitimine yakın bir saatti.

Ton ton bir delikanlı salın salına girdi odama. 

Şöyle baktım; kendisiyle o güne kadar hiç karşılaşmadığım halde bu Orhan Oğuz Hoca olmalı, diye düşündüm.  

Nitekim muhayyilem beni yanıltmamıştı; gelen Orhan Oğuz Hoca idi.  

Elini öpmek istedim, fırsat vermedi.  

Sakin, sessiz, göze batmadan gönüllere girmiş bir insanın vakarlı asaleti ve güzelliği vardı duruşunda.  

Yüreğinin aydınlığı yüzüne vurmuştu.

Güleçliğin ışıltısı parlayan gözleriyle,

-Vali Bey, dedi, minnet ve teşekkürlerimi bildirmek için geldim. 

-Aman Hocam, dedim, yaptığımız ne ki? Millet olarak asıl biz size minnettarız!

Bizim yaptığımız sadece bir hakkı teslimden ibaret...  

Durdu. Yüzü gölgelendi, kaşları çatıldı, bakışları buğulandı.

Kırgındı ve gücenik bir ses tonuyla,

-Vali Beyefendi, dedi; siz hakkı teslimden bahsediyorsunuz. Kimileri var ki, bırakın hakkı teslim etmeyi, o hakkı yiyorlar; ona ne demeli? 

Attığı sitem oklarının hedefini az çok sezinler gibi olmuştum, ama dayanamayıp yine de sordum. 

-Sayın Hocam, siteminizin muhatabını pek anlayamadım; biraz açıklar mısınız? 

Burukça gülümsedi. 

-Boş ver be Vali Bey dedi, boş ver... Hayat dediğin ne ki? Kirpiklerimizde bir an esiveren bir serap değil mi? Baksana, ömür keserimizle yonta yonta nice yılları tükettik. Kim ne yaparsa kendine yakışanı yapar.  Boş ver...

-Kederlenmeyiniz be Hocam, dedim, hayat tanıktır; gerçeğin tanığı...

Sizin için teklif edilen "Üstün Hizmet Ödülü" ise bu tanıklığın bir nişanesidir; öyle değil mi? 

-Galiba haklısın, deyip ayağa kalktı; kucaklaştık. 

Ayrılış o ayrılış... 

Bir daha görüşmek kısmet olmadı. 

Rahmet olsun...