Yine böyle bir Ramazan Bayramı idi... 

Siyasal Bilgiler'de öğrenciyim.

O kaotik yıllar...  

Sağ-Sol çatışmaları, anarşi, terör, başını almış gidiyor. 

Gençler zehirli sarmaşıklar gibi birbirinin gırtlağına sarılmış. 

İşgal ve boykotlarla okul hemen hemen sürekli kapalı. 

Neyse ki sıkıyönetim ilan edilmiş, askerin himmetiyle okulumuz açılabilmişti. 

Benim gibi devamsızlıktan kaydı silinen öğrencilere de son bir sınav şansı verilmişti. 

İşte bu sınava girmeme gerek; giremezsem işim bitik, okuldan atılacağım. 

Köydeyim, Cemile ablamın yanında... 

Herkes fıkır fıkır, bayram sevinci içinde. 

Benimse aklım fikrim bu sınava girebilmekte. 

Değilse bütün gençlik hayallerim yıkılacak, mahvolacak. 

Fakat bir sorun var. 

Ankara'ya gidecek yol param yok. 

Ah bir bulabilsem; sadece yol parası... 

Anam vefat edeli çok oldu. 

Babam yaşlandı, bakıma muhtaç... 

Ablam ise enişte ölmüş, o genç yaşta altı çocukla kalakalmış. 

Biliyorum, etrafımda bana yol parası verebilecek hiç kimse yok. 

O yüzden kimseye bir şey diyemiyorum.  

Yalnızca hırsımı yenemeyip tenhalarda ağlıyorum. 

Belli etmemeye çalışsam da ablam farkına varıyor.  

Sarılınca anam gibi sarılırdı; geldi sarıldı. 

-Söyle...dedi, senin bir derdin var. Bana söylemen gerek; değilse kahrolurum! 

Yok mok diye mırın kırın ettiysem de çok ağır yemin verdi. 

Anlatmak zorunda kaldım. 

Ablam ki, sevecen, ağırbaşlıydı.  

Ezeli teselli gibi akan uysal iyiliğiyle sözcüklere sığmayacak bir sevgi ve mutluluk bağı kurmuştu aramızda. 

 Onca kalabalık evi tek başına çevirir, her yere ve her şeye yetişme cehdiyle çırpınır dururdu. Bulur buluşturur, telaşsız sitemsiz, anaç bir beceriyle yapar yakıştırırdı. Canlı bir bereket gibi elinin değdiği her şey düzelir, gözünün gördüğü her şey çoğalırdı.  

Çocukları gibi beni de, hayran bir ana tavrıyla gözlerdi. Fıtri idrak ve irfanıyla öyle şeyler söylerdi ki ölgün ruhuma can, çaresizliğime derman olurdu.  

Onca işten ayırabildiği zaman aralıklarında süt temizliği ve tadında Kur'an okur, ilahi aşkla kamaşmış gözlerle bakardı. 

Bir melekti sanki. Genç yaşta dul kalmasına rağmen nefsanî tüm arzularını öldürmüş bir melek...  

Onun hayattaki gayesi hep "Vermek"ti.  

"Almak" kavramı lûgatında hiç, ama hiç olmadı. 

Nitekim hep vere vere zayıfladı gitti. 

Gözleri buğulu tekrar sarıldı. 

-Sana yol parası gerek, öyle mi? 

Sustum. Bir şey diyemedim. 

Biraz düşündükten sonra, 

-Hele sen az bekle, bi çaresini buluruz. 

-Boş ver abla, dedim, burs sınavları da açılmadı. Okula böyle devam edemem. 

-Pes etmek yok, dur hele... 

Çıktı. Çocuklarının hepsini öbür odaya çağırdı ve az sonra da avuç dolusu bozuk parayla geldi. 

-Şunları say, bakalım yetiyor mu? 

Saydım, onbeş lira. 

-Yetti mi? 

-Abla yol parası beş lira, buradaki onbeş lira. 

-Sade yol parası olmaz yavrum, başka ihtiyaçlarında olur, hepsini al! 

-Abla tamam da... Yoksa... 

-Yoksa ne? 

-Çocukların topladıkları bayram harçlıklarını mı aldın? 

-Almadım, severek verdiler. İstersen sor! 

-Hayır abla alamam, yazık çocuklara. 

-Bak benim gözüme, dedi, git okulunu bitir! İnşallah büyük adam ol da onlara çok çok bayram harçlığı ver, tamam mı? diyerek çıkıp gitti. 

 Paralar seki üstünde haram mal gibi öylece duruyor.

Uzun süre alıp cebime koyamadım.  

Ağlamak istedim, boğazıma yumru gibi bir şey düğümlendi.  

Yıllar sonra... 

Eskişehir vali konağına bir telefon geldi.  

Arayan Merkez Karakol Amiriydi. 

-Sayı Valim, karakolumuza köylü kıyafetli bir bayan getirdiler. Ablanız olduğunu söylüyor. 

-Neee... Ablam mı?  

-Öyle söylüyor, ismi Cemile imiş... 

Kafama balyoz yemiş gibi oldum. Fırlayıp karakola vardım.  

Ablam Amir beyin odasında şaşkın, öylece oturuyor. Sarıldım, öptüm, kucakladım. 

-Abla senin burada ne işin var? 

-Ne bilem kuzum, otobüsten indim, taksiye bindim, yavrum beni valinin evine götür dedim. Çocuk ta beni buraya getirdi. Bir şey anlayamadım. 

Amir beye, "Bu nasıl iş?" der gibi baktım. 

-Sayın Valim taksici işgüzarlık yapmış, kendini patlatan teröristlerden biri olabilir diye korkup buraya getirmiş. 

- Niye haber etmedin Abla? Kendim gelir seni alırdım. 

-Ne bilem yavrum, zahmet vermek istemedim. 

-Ne zahmeti Abla? Asıl zahmeti ömür boyu sen çektin. Ne olur bir daha böyle yapma! 

-Tamam yavrum, tamam, cahilliğime ver, sen üzülme! 

Eve götürürken baktım ağlıyor. 

-Abla bir derdin mi var? 

-Yok kardeşim, sevinçten...Bırak ta doya doya ağlayayım. 

-Abla, dedim, hani çocukların bayram harçlıklarını toplamış bana yol parası yapmıştın, hatırladın mı? 

Bulutlu gözleriyle yüzüme baktı. 

-Hiç hatırlamaz mıyım yavrum. 

-İşte o bayram harçlıkları baya uğurluymuş be Abla..! 

-Şükür yavrum, bu günleri gösterene çok şükür...